Çanakkale’den İstiklal Yolu’na: Cevat Paşa, Mehmetçiği ve Anadolu Kadınını Anlatıyor
- Dr. Ömer ÇAKIR
- 30 Eyl 2021
- 21 dakikada okunur
18 Mart 1915 günü Çanakkale Deniz Muharebeleri sırasında Osmanlı askerlerini sevk ve idare eden komutan Cevat Paşa, şüphesiz Çanakkale Zaferinin mimarlarındandır. İstiklal Harbinde de aktif görev yapan Cevat Paşa, değişik zamanlarda gazetelere Çanakkale Muharebeleri ve Milli Mücadele üzerine mülakat vermiş, gözlem, duygu ve düşüncelerini aktarmıştır. Dr. Ömer Çakır, Cevat Paşa ile yapılan mülakatlarda derleyerek okurlarımız ile paylaştı.

Öncelikle; Çanakkale’den, Çanakkale Savaşları’nı, İstiklal Yolu’ndan da Kurutuluş Savaşı günlerinde İstanbul’dan Ankara’ya insan ve mühimmat yolculuğunun güzergâhından biri olan İnebolu-Kastamonu-Çankırı-Ankara hattını kastettiğimizi ifade edelim. Cevat Paşa ise Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı olup 18 Mart 1915 günü Çanakkale Deniz Muharebeleri sırasında Osmanlı askerlerini sevk ve idare eden komutandır. Kendisi ile değişik zamanlarda mülakatlar yapılmış ve Çanakkale Muharebeleri’ne ilişkin gözlem, duygu ve düşünceleri öğrenilmeye çalışılmıştır. Yine bu röportajlardan birinde Milli Mücadele sırasında İnebolu-Kastamonu yolu üzerinde rastladığı mermi taşıyan bir kadın kahramana ilişkin gördüklerini ve işittiklerini anlatmıştır. İşte bu yazıda Cevat Paşa ile yapılan mülakatlarda anlattıkları günümüz okuru ile paylaşılacak ve bazı değerlendirmelerde bulunulacaktır.

Yedigün, C.7, No: 180, 19 Ağustos 1936
Malum, Mart ayında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 18 Mart da Çanakkale deniz zaferinin olduğu gündür. O sebeple makalemizde hem akademik camianın dışında çok fazla bilinmediğini düşündüğümüz bu röportajlardan bahsetmek hem de bu vesileyle Türk kadınının ve Mehmetçiğin vatan aşkını, kahramanlık ve fedakârlığını hatırla(t)mak, onları yâd etmek istedik. Hani diyor ya şair Üsküdarlı Talat,
“Geçmişlerin eylemez ise ruhun şâd Etmez geleceklerde bizi elbet yâd”1
Cevat Paşa ve Şu Boğaz Harbi
18 Mart günü Çanakkale Boğazı’nda dünya tarihinde eşine az rastlanabilecek bir savaş gerçekleşir. Mehmet Akif, bu gerçeği ve yaşananları şöyle anlatır:
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya2
İngiliz ve Fransız donanmasına ait pek çok gemiyle Çanakkale Boğazı’na yapılan ve o günün sabahından akşamına kadar süren hücum, Anadolu ve Rumeli yakasındaki tabyalarda görev yapan askerlerimizce olağanüstü bir çaba, kahramanlık ve fedakârlıkla geri püskürtülmüş ve düşman, başta üç büyük gemisi olmak üzere birçok askerini Boğaz sularına gömerek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Düşman, yaklaşık bir ay sonra, bu kez de şansını karadan deneyecek ancak dokuz ayın sonunda ona da muvaffak olamayacaktır.

Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa ve karargah subayları
[Hürriyet Erişim tarihi: 17/03/2020]
Cevat Paşa, Çanakkale Savaşı sırasında Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı’dır. Diğer bir deyişle Çanakkale Boğazı’nın savunmasından sorumlu komutandır. Dolayısıyla, hem boğazın savunma planını maiyetiyle beraber yapan hem de en büyüğü 18 Mart 1915 günü cereyan eden Çanakkale deniz savaşlarını sevk ve idare eden Cevat Paşa’dır.3 O sebeple o güne ilişkin yaşananların bizzat tanığı olması bakımından söylediklerinin hem tarihi bakımdan hem de harp edebiyatı açısından önemi büyüktür. Bu çerçevede, zaferden yaklaşık iki hafta sonra Çanakkale’de kendisini ziyaret eden bir heyete söyledikleri4 ile biri Gıyas Yetkin’in bahsettiği5 diğeri de Kandemir’in yaptığı iki mülakat6 oldukça dikkat çekicidir.
Aslında İngiliz ve Fransız donanmasının Çanakkale Boğazı’na yaptığı top atışları 18 Mart’ta ilk değildir. Zira daha önce de 3 Kasım 1914’te, 19 ve 25 Şubat 1915’te de Osmanlı mevzileri bombalanmıştır. Ancak asıl büyük harekât 18 Mart günü gerçekleşmiştir.
Her zaman olduğu gibi sabah erkenden kalkan Cevat Paşa, “18 Mart sabahı düşman donanmasının taarruz edeceği hakkında bir malûmat” olmadığı için7 askeri denetim amacıyla Boğaz’ın karşı tarafına, Kilitbahir’e geçer. Bu sırada yanında 19. Tümen Komutanı olarak Mustafa Kemal de vardır. Paşa, bu konuda şunları söyler: “O sabah Kilitbahir’deki tabyaları gezdim. O esnada 19'ncu Fırka Kumandanı olan Kaymakam Mustafa Kemal Bey’le beraberdik. Kirte’ye gittik. Bu sırada düşman donanmasının boğaza doğru ilerlemekte olduğunu gördük. Gemilerin almış olduğu tertibata nazaran bunun alel’ade bir hareket olmadığına kâni olarak hemen Alçı Tepeye doğru geri döndük. Bu anda ilk taarruz mermisi başımızın üzerinden geçerek Alçı Tepeye saplandı. Hemen Maydos’a hareketle Mustafa Kemal Bey’den ayrılarak Çanakkale’ye döndüm”.8

Cevat Paşa (Resimli Gazete, 21 Mart 1341)
Cevat Paşa, saat 10 sularında Boğaz’a yapılan şiddetli hücum başlayınca Çanakkale’ye döner; fakat bu o günün imkânlarında çok çabuk olmaz. Zira Paşa, Çanakkale’ye ancak saat iki gibi gelebilir. Bu arada deniz savunmasının komutasını, Cevat Paşa’nın yerine Kurmay Başkanı Selahaddin Adil üstlenmiştir.
Saat 13: 40’ta Kilitbahir’den hareket eden Cevat Paşa’yı “çimenliğin paşa iskelesi”nde İstihkâm Binbaşı Osman Aşki Bey karşılar. Paşa, iskeleye çıktıktan sonra “Ben karargâha gidiyorum” deyip beyaz atına binerken Osman Aşki Bey, “Arka yoldan geçseniz paşam çarşı ve hamidiye ateşe pek maruz. Yangınlar da var” deyince Cevat Paşa bu tavsiyeye gülümseyerek, “Asker her zamanki yolundan gider” diyerek atını mahmuzlar.9
Cevat Paşa’nın Çanakkale’ye ayak bastığı sırlarda Fransızların Bouvet zırhlısı da Boğaz’ın karanlık sularına gömülür. Selahaddin Adil Bey bu durumu şöyle anlatır: “Saat 13:45’de yerlerini İngilizlere bırakmak üzere geri çekilmeye başlayan Fransız zırhlılarının manevralarını seyrediyoruz. Az sonra müthiş bir infilak ile havaya kalkan büyük bir su sütunu arasında büve[Bouvet] kayboldu.
Hepimizin yüzünde bir ümit tebessümü belirdi. Sabahtan beri taşımakta olduğum manevi mes’uliyet yükünü birkaç dakika sonra tarassut mahalline gelen Cevat Paşaya başarı ile bırakmıştım.”10
Bouve[Bouvet]’nin batışı sonrasında Fransız zırhlılarının yerini alan İngiliz gemileri, biraz daha ileri sokulur ve tabyalarımızı müthiş bir ateş yağmuruna tutar. Bu sırada en fazla hedef olan yerlerden biri Çimenlik Kalesi olur. Aynı zamanda Çanakkale’de “tatar mahallesi”nde yangınlar çıkar. Ateş sırasında Çimenlik Kalesi’ni telefonla arayan Cevat Paşa, az önce şehit olan santral memurunun yerini alan Edremitli Mehmet Efendi’den vaziyete ilişkin bilgi alır. Çimenlik düşman mermileri ile büyük hasar görmüş, paşa iskelesi ve cephanelik havaya uçmuştur.11
Kısa süre sonra, yanmakta olan kapalı çarşı tarafından bir at sesi duyulur. Cevat Paşa, beyaz atının üstünde hafif dört nalla yangınların arasından süratle geçerek Çimenlik’e gelir. Kalenin her tarafını gezen Paşa, askerleri teselli eder, icap eden emirleri verir. Bu sırada yüzünden kan akan bir erin yarasını su ile temizleyip mendili ile sarar. Hepsinin gönlünü aldıktan sonra tekrar karargâhına döner.12
Cevap Paşa, Çanakkale’ye gelip komutayı devraldıktan sonra adeta tabyadan tabyaya koşar ve askerlerle bizzat ilgilenir. Bouve’nin batışından sonra Rumeli Mecidiye tabyasında daha canlı bir çalışma göze çarpar. Hilmi Bey komutasındaki tabyadan yapılan isabetli atışlar sayesinde İnfleksibl gemisi arka bacasını kaybeder, Hamidiye’den yapılan isabetli bir atışla da yana yatar ve geri çekilmek zorunda kalır. Gemideki askerler başka gemilerin yardımı ile kurtarılır. 13
Saat 15:35’te Rumeli Mecidiyesi üzerine yoğunlaşan düşman ateşi, burada büyük hasar meydana getirir; cephanelik havaya uçar, birçok şehit verilir, bazı toplar toprağa gömülür. O sırada bu bataryada görev yapan Edremitli Seyit Onbaşı, manzarayı şöyle anlatır:

Gıyas Tekin[Yetkin]’in Seyyid Onbaşı ile yaptığı röportaj(Cumhuriyet, 22 Ağustos 1936)
Gözlerimi açtığım zaman kendimi yerde buldum. Yanımda bizim, toptan Ali vardı, başucumda çömelmiş bana bakıyordu. Başka kimseyi görmüyordum. Her taraf çınçın ötüyordu. Ses yoktu hiçbir yerde.. Etrafa bakarken birden irkildim. Sağımda solumda kol bacak parçaları gördüm.(…) Bataryaya baktım bizim üçüncü toptan gayrısı toprağa gömülmüş. Bir bizimki meydanda.
-Ali nirde arkadaşlar? Diye sordum. Ali önüne baktı başını eğdi de:
-Onlar hepsi mertebelerini buldular. 14 şehit 24 de yararlı ortada kalan senle ben.. Denizlili Ömer’in de gözleri yandı. Bakıyor ama görmüyor, fukara şimdi... dedi…
Tekrar denize bakıyorum kafir daha sokulmuş gibi geliyor bana.. hem de durmadan ateş ediyor. Bizim topa bakıyorum dim dik duruyor. Ama mataforası kopmuş yerde yatıyor. Topun tam altına kadar gelmiş bir mermiye gözüm ilişiyor. Sanki dile gelmiş:
-Beni topa kaldır diyor.
Birden tutamadım kendimi:
-Ali gel kolayla şu gülleyi alayım sırtıma dedim. Ali şaşkın yüzüme baktı başını iki yana salladı:
-Delirdin mi yoksa Seyit sen. Kalkar mı o koca gülle yerinden? 215 okkadır o.
-Gel yardım et lafı bırak dedim. Kim bilir ne sert konuşmuşum ki Ali koştu geldi. Kolaylamak istedi üzeri yağlı olduğundan ikimizin de elinden (zıyptı-kaydı) ellerimizi biraz toprakladıkta bir daha davrandık.
-Bismillah ya Allah diyerek sırtladımdı. Belime aldım yerden kalktım bi teraziledim kendimi… Merdivene yürüdüm. Sağ ayağımı bastım bu sefer solumu bir türlü alamadım.
-Gel ülen Ali bir daha kolayla şunu dedim. Ali şaşırmıştı koştu geldi, kolayladı uzatmayalım koyduk namlıya.”14

Mehmed oğlu Seyid ( Harp Mecmuası, Sayı: 2, Kânûn-ı evvel [1]331)
İlk mermi, gemilerin biraz arkasına, ikincisi biraz önüne düşer. Üçüncü mermi ise en öndeki geminin arka tarafına isabet eder. Bu, Ocean adlı gemidir. Seyit’in attığı mermi ile dümen sistemi zarar gören gemi, dönmeye başlar; ardından da bir torpile çarpar ve su alıp iskele tarafına yatar. Geminin bu hali bütün filoyu korku ve dehşet içinde bırakır. Ocean’ı kurtarmaya gelen gemi isabet alıp batırılınca Ocean da yavaş yavaş sulara gömülür.15 Bu sahnelerin yaşandığı sırada Cevat Paşa, Rumeli Mecidiye Tabyası’na gitmek üzere motoruna binerek Kilitbahir’e geçer. Denizden geçerken yakınlarına düşen bir merminin kaldırdığı suların serpintisi motora kadar gelir. Paşa’nın yanında bulunan Osman Zati Bey, motorun tentesini kaldırarak Cevat Paşa’ya siper etmeye çalışır. O sırada motorda bulunan Başçavuş Mehmed İsmail’in anlattığına göre Cevat Paşa, Osman Zati Bey’e hitaben şöyle der:
“-Teşekkür ederim. Oğlum. Yardımına şimdiden başladın. Ama merak etme biz davamızda haklıyız. Cenabıhak bizi muhafaza buyuracak. Düşman bize saldırıyor. Biz yurdumuzu muhafazaya gayret ediyoruz.”16 Kilitbahir’e çıkan Cevat Paşa, doğruca Mecidiye Tabyası’na gider. Sonrasını kendisi şöyle anlatır: “Vak’a yerine gittim. Berhava olan cephaneliğin tahribatı müthişti. Bugünün en büyük zayiatını burada vermiştik. 14 şehidimiz vardı. Bir ağacın altında bir nefer uzanmış yatıyordu. Kendisine seslendim: -Nen var evladım?.. diye sordum. Hemen yerinden fırladı ve bana bakmıyarak vaziyet aldı. -Vah. Vah. Yavrum yoksa gözlerinden rahatsız mısın?. dedim. Bu teessürümü hissedince: -Merak etmeyin, üzülmeyin, efendim.. Ben gözlerimi, göreceğimi, gördükten sonra kaybettim, diyerek beni ağlattı.”17
Daha sonra tekrar Çanakkale’ye geçen Cevat Paşa, atıyla bu kez de Dardanos Tabyası’na koşar. Zira o gün tıpkı Rumeli Mecidiyesi gibi hem büyük yararlılık gösteren hem de düşmanın ağır bombardımanına maruz kalıp şehitler verilen tabyalardan biri de Dardanos’tur.
Saat 16:30’da düşman ateşi, Anadolu yakasında bir yandan Mesudiye Tabyası bir yandan da Dardanos üzerinde yoğunlaşır. Amaç kesin sonuç almaktır. Aslında Dardanos sabahtan beri üzerine en fazla top atılan tabya dense yeridir. Yabancı bir harp muhabirinin verdiği bilgiye göre irili ufaklı 4000 mermi atılır.18 Bu bataryada görev yapan İkinci Takım Subayı Teğmen İsmail Hakkı Bey’in anlattığına göre, düşman mermileri sebebiyle 18 Mart günü, bataryaları üç defa toprak ve kum torbaları altında kalır; fakat her defasında çabucak temizlenip ateşe devam edilir. İşte böylesine bir mücadelenin verildiği Dardanos’ta saat 16:40’ta gözetleme yerine isabet eden bir mermi iki subayımızı ve bir çavuşu şehit eder. Ayrıca 9 asker daha şehit olur, beş asker de yaralanır. Bunlardan biri batarya kumandanı Hasan Bey, biri Mülazım Mevsuf Bey, diğeri de nişangâh çavuşu Yozgatlı Yunus’tur. Altı metre mesafeye düşen meşhur 38’lik denilen dev top kahramanları arkadaşlarından ayırır.19
İsmail Hakkı Bey, karargâhı telefonla arayıp durumu Cevat Paşa’ya bildirince, Paşa çok üzülür ve şimdi geliyorum deyip telefonu kapatır. Ardından, İsmail Hakkı Bey hemen takımın başına gelir ve arkadaşlarına şöyle der:
-“Arkadaşlar, kumandanımız Hasan Bey ve Mevsuf Bey ile Yozgatlı Yunus ve 9 arkadaşımız en yüksek mertebeye erdiler. Şehit oldular. Ulu Tanrı sizlere ömür ihsan etsin. Şimdi onların intikamını alalım. Ateşe devam ediyoruz. Top başına.20
Akabinde iki takım birden ateşe başlar ve bu ateş düşmanın son gemisi atış menzilinin dışına çıkıncaya kadar sürer.21 Bu arada Cevat Paşa ‘da Dardanos’a gelir. Sonrasını İsmail Hakkı Bey şöyle anlatır:
“İleride beyaz atının üzerinde Cevat Paşa’nın bize doğru geldiğini görüyorduk: Büyük kumandan bize: -Başınız sağolsun evlatlarım. Hepinize geçmiş olsun. Dedi. -Sağ olunuz paşam. -Nerde şehitler? -Tarassut yerinde paşam, diyerek yol gösterdim. (…) Tarassut mahalline geldik. Arif22 kalktı selâm verdi. Paşa üzerleri örtülü şehitleri görünce. Birden sert bir şekilde toplandı vaziyet aldı. Bu kahraman ölüleri selâmladı. Sonra eğildi. Yüzlerini açarak baktı: -Fedakâr evlâtlarım.. Büyük rütbeyi aldınız. Ruhunuz şad olsun, dedi. Gözlerinden yaş damlaları düşüyordu. Birkaç damla da şehitlerin üzerine aktı. Yavaşça örtüleri yüzlerine örttü. Doğruldu… Tekrar vaziyet alarak onları selâmladıktan sonra bize döndü: -Çıkalım. Bir de dışarısını görelim çocuklar, diyerek önümüzden geçti. Merminin açtığı çukuru, etraftaki tahribatı görüp Şehid erlerin yanına geldi. Bu şehitleri de tazim ile selâmladıktan sonra hepsinin ayrı, ayrı yüzlerini açtı. Ve: -Benim Kahraman çocuklarım, derken yine gözlerinden yaşlar yuvarlanıyordu. Onların da yüzlerini örttü ve tekrar selâmlayarak. Oradan ayrıldı. Aşağıya inerken bize: -Çocuklar ben tertibat aldım. Şimdi arabalar ve Alay İmamı gelecek şehitlerle meşgul olacaklar. Yaralıları ne yaptınız? -İlk sargılarını yaptırıp Hastaneye yolladık Paşam, dedim. -İçlerinde ağır olan var mı? -Biri ağır diğerleri hafiftir, cevabını verdim. -Şimdi onları da hastanede görürüm, dedi. Birlikte tabyaya indik. Efrad takımlar halinde toplanmışlardı. Onları selâmlayan Paşa: -Başınız Sağ olsun. Evlâtlarım. -Sağ olun Paşam. -Kahraman arkadaşlarınız, en büyük mertebeye erdiler. Onlar yattıkça Cenabıhak sizlere ömür ihsan buyursun. Onların intikamını aldınız evlâtlarım… Bu sırada yanımıza gelen bir er, Arif’ten bize şu haberi getirdi. -Düşmanın son gemisi de boğazdan çıkıyor. Bu haberi paşaya bildirdik. Yanımızdaki yüksekçe bir tepeye yürüdü.(…) Bu manzara karşısında Cevat Paşa’nın: -Gittiler.. Geçemediler.. Geçemiyecekler.. diye konuştuğunu duyduk.”23 İleriki yıllarda Cevat Paşa, “18 Mart gününün en kıymetli anı sorulduğu zaman” şöyle diyecektir: “O gün güneşin son ışıklarıyla boğazdan perişan halde çıkmakta olan düşman filosunun görünüşü idi”…24 Paşa, bu cevabına şunları da ilave eder: “Hatta O gece tabyalardaki bütün efrad gündüz ki müthiş yorgunluğa rağmen gece sabaha kadar çalışarak tabyalarının harap olan yerlerini tamir etmişler, topları gömüldükleri toprak yığınlarından çıkarmış, temizlemiş ve ertesi gün ateşe hazır vaziyete getirmişlerdi. Her ihtimali nazarı dikkate alarak ertesi güne hazırlanmıştık. Ben de bu çalışmaların bir kaçına gittim. Herkes o kadar büyük bir gayretle çalışıyordu ki yorulduklarını hissettiklerimi âdeta cebren oturtup dinlenmelerini temin edebiliyordum. Bunun için bazı yerlere gidemedim. Yanlarında bulunmam onların daha fazla yorulmalarına sebep oluyordu.”25
Ertesi sabah, bir düşman telsizinin şifresini çözen Turgut Reis Zırhlısı’nın telsizcisinin kendisine; “Böve[Bouvet], İrezistibl[Irresistible], Osean[Ocean] zırhlılarının battığını, birçok sefainin[geminin] istifade olunamayacak derecede hasara uğradıklarını haber verdi” diyen Cevat Paşa, “İşte Çanakkale Mevkii Müstahkemimizin en güçlü ve en şerefli günü bu olmuştur” der.26
Anlaşılacağı üzere Cevap Paşa, Kilitbahir’den Çanakkale’ye gelip komutayı devraldıktan sonra adeta tabyadan tabyaya koşar ve askerlerle bizzat ilgilenir. Dolayısıyla Cevat Paşa, Çanakkale Savaşları’nın en kanlı sayfalarından birini teşkil eden 18 Mart gününün ve o gün verilen eşsiz mücadelenin bizzat tanığıdır. O sebeple yaşananları, Mehmetçiği ondan dinlemenin önemli olduğu kanaatiyle buraya kadar genelde hep onun ve Mehmetçiğin sözlerine yer verdik. Şimdi de yine kendisiyle yapılan başka bir röportaja kulak verip zaferin sırrına ilişkin söylediklerine bakalım.
“Bu İşlerin Tek Sırrı Mehmetçiğin Ruhudur”
“Mehmedcik… diyor. 18 martın da, bütün gelecek 18 martların da kahramanı odur.” (Cevat Paşa)
Çanakkale Deniz Zaferi’nin komutanı olarak Cevat Paşa, zaferi müteakip ülke içinden ve dışından -o zaman Osmanlı’nın müttefiki olan Alman ve Avusturya devlet başkanlarınca- tebriklere mazhar olur.27 Ancak o hiçbir zaman bu zaferde kendini öne çıkaran bir dil kullanmamış daima Mehmetçiği adres göstermiştir.28 Zira bölgede görev yapan askerlere hitaben zaferin ardından yayımladığı mesajdan başlamak üzere, sonraki yıllarda kendisiyle yapılan röportajlarda hep vurguladığı husus Mehmetçiğin ruhudur.
Örneğin, zaferin ardından askerlere hitaben yayımladığı mesajda kendisine gelen tebrikleri onlara ileterek şu tarihi sözleri ifade eder:
“Birçok yerlerden Müstahkem Mevki adına kutlamalar alınmakta olduğunu da müjdelerim. Önceki gün sabahtan akşama kadar süren bombardımanda, düşman binlerce mermi harcamış olduğu halde, elde edebildiği sonucu tamamıyla bildirmiştim. Düşmanın bundan sonra girişeceği bombardımanlarda da elde edebileceği sonuç bundan başka bir şey olamayacaktır. Biliyorsunuz ki, askerlikte dayanma, başarının esasıdır. Kumandanlar, savaş içinde yalnız kendi kıtalarının durumunu değil, düşmanın durumunu da daima göz önüne getirmeli ve o suretle savaş etmelidir. Kalelerimizin bu suretle savaşacağına imanım kadar inanç ve güven sahibiyim. Çünkü subay kardeşlerimin ve kahraman er evlatlarımın geçen ki bombardımanda gösterdikleri kahramanlık ve dayanma gücü, bu görevi gereğince yapmayı başarabileceğimize en kuvvetli güvencedir. Arkadaşlarım şunu iyi bilmelidir ki altı yüz yıllık büyük bir İslam devletinin gelecekteki yaşam ve kaderiyle tümden ilgili bulunan bu savaşta, kesin olarak ölmek var dönmek yok! Şanlı atalarımızın buraların alınması ve sahip olunmasında, geçmişte döktüğü kan, harcadığı emekler hep bu günkü savunmada göstereceğimiz hareketlere işarettir. Taburlarımızda tek bir top kalıncaya kadar ateş püsküreceğiz, o da sönmeye mahkûm olunca, yiğitçesine tüfeklerimize sarılacağız. Bizden tek birimiz sağ kaldıkça ateşi sürdürerek düşmana asla boyun eğmeyeceğiz. Büyük atalarımızın şanlı mazisi hatırlanmış, kahraman Osmanlı ordularının tarihin sayfalarına şan veren büyük başarıları, hep zorluklara katlanmak, direnme ve dayanma gibi, Allah vergisi kısmetlerin çokluğudur. Bu alanda fazla söylemeyeceğim. İslam halifesinin ve tüm milletin, hatta tüm İslam halifesinin ve tüm milletin, hatta tüm İslamlık dünyasının gözü bu savaşta bize dönük, hayat ve emniyeti bizim hareketlerimize bağlıdır. Yüce Allah her zaman yardımcımız olsun, ordumuzu muzaffer eylesin”29
Cevat Paşa’nın şahsında Mehmetçiği tebrik telgraflarının dışında bazı heyetler de bizzat Çanakkale’ye giderek yerinde tebrik ederler. Bu çerçevede zaferden(5 Mart 1331) yaklaşık iki hafta sonra(17 Mart 1331 Salı günü) Donanma Cemiyeti’nden ve bazı mebuslardan[milletvekillerinden] oluşan bir heyet Çanakkale’ye gider. Heyetin amacı şanlı ve kahraman müdafilere bazı hediyeler vermek, teşekkür etmek ve onları tebrik etmektir. Bu vesileyle Tanin gazetesi de yazarlarından birini heyetle birlikte Çanakkale’ye gönderir. Tanin yazarının anlattığına göre heyet, Cevat Paşa’yı karargâhında ziyaret eder. Yazar bu ziyarete ilişkin şunları kaydeder:
“İstihkâmattan bazılarını gezdikten ve oradaki müdafileri selamladıktan sonra arabalarla karargâha gittik ve Kumandan Cevat Paşa’yı beşûş simasıyla vazifesini ifa ederken ziyaret eyledik. Kumandan Paşa heyeti büyük bir memnuniyetle istikbal eyledikten sonra heyet reisi Rıza Bey rüfekasını takdim eyledi ve Cevat Paşa son muzafferiyetten bahsettikten sonra bervech-i âti beyanatta bulundu:

Fotoğraf-6: Tanin, 22 Mart 1331
Kale müdafileri namına bu ziyaretinizden ve milletin bu suretle bizi düşünmesinden dolayı son derecede memnun ve müteşekkirim. Emin olunuz ki en küçük neferimize varıncaya kadar biz ölmedikçe düşmanlar Boğaz’dan ileriye katiyen geçemeyecektir. Beş Mart’ta ihraz edilen son zafer zâbitan ve efrâdın kuvve-i maneviyesini tamamıyla tezyid ve takviye eylemiştir. İnşallah Allah’ın inayetiyle evvelkinden daha parlak muzafferiyetler ihraz edeceğiz. Çünkü herkes fedakarane ve azimkârane bir surette vazifesini îfa ediyor, düşman donanmasının hunhar mermilerine kemal-i şevk ile göğüslerini geriyor. İşte bunun için düşmanın bu defaki hücumunda daha şanlı ve daha büyük muzafferiyetler kazanacağımıza eminim ve siz de emin olabilirsiniz. Askerler düşmanlara karşı gösterdikleri şecaat ve besâletle, müdafaat-ı dilîraneleriyle dinin, vatanın ve makam-ı hilafetin muhafaza edildiğini idrak ediyorlar ve bu suretle bu azm-i bülend ile, bu iman-ı kavi ile sarf-ı gayret eyliyorlar.
Bazı mevakiden hasbe’l-icab tebdil edilen kıtaat cidden müteessir oluyorlar ve hülasa vatan için namus için, hilafet kapılarına taarruz eden düşmanları mahv ve tenkil için büyük bir iman ve azim ile çalışıyorlar. İşte ahval de gösteriyor ki Cenâb-ı Hakk’ın inayeti bizimle beraberdir ve beklediğimiz büyük zafer yakındır.” 30

Fotoğraf-7: Tanin yazarının bahsettiği heyet ve o gün Cevat Paşa ile karargâhın bahçesinde çekilen fotoğraf.(
Donanma mecmuası, [Ö.Çakır arşivi)
Cevat Paşa, hem askere hitabında hem bu görüşmede söylediği gibi yıllar sonra kendisiyle yapılan bir röportajda da Mehmetçiğe büyük önem verir ve hep onu öne çıkarır. Zira, kendisine Çanakkale’ye ilişkin hatıraları sorulunca, “Benim söyleyecek bir şeyim yok. Hatıra ise Mehmetçiğin hatırasından başka ne var?” der. Muhabirin, “Çanakkale’de Mehmetçik yok muydu?” sorusuna ise şöyle cevap verir: “ Mehmetçik olmasaydı Çanakkale olur muydu? Çanakkale harbi diğer sahalarda yapılan harplerle kabili mukayese değildir. Tasavvur buyurun… Denizde bir harp oluyor… Fakat ötede karada üç dört kilometrelik bir sahada da insanlar birbirlerine giriyorlar. Ve Mehmetçik orada da gıdasından bile mahrum olduğu halde memleketin kapısını beklemekten büyük bir zevk duyuyor.”31
Muhabir Kandemir Bey, röportajın ilerleyen dakikalarına ilişkin de şunları kaydeder:
“General Cevat bin bir kahramanlıkla dolu Çanakkale harbinin muhtelif safhalarını uzun uzadıya anlattıktan sonra, -Fakat bütün bunlar birçok defalar yazılmış, söylenmiş, tarihe mal olmuş vak’alardır… diye sözünü kesince ben sordum: -Bilmediğimiz, bu işin hiçbir sırrı yok mu generalim? Kollarını koltuğun kenarlarına dayadı, kendi de arkaya yaslandı; -Var… dedi. Bu işin ve bütün bu işlerin tek sırrı Mehmetçiğin ruhu, kalbidir.”32
Bu noktada Mehmetçiğin, Çanakkale Kara Muharebelerindeki komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın şu sözlerini de hatırlamadan geçmemek gerekir. Zira, Çanakkale askerindeki yüksek ruhun ne olduğunu Mustafa Kemal Paşa bir örnekle şöyle anlatır:
“Yalnız size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Müteâkip siperler arasında mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler, hiç biri kurtulamamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler, ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeğe hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahâdet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şâyan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur”33
Öte yandan Cevat Paşa, Mehmetçiğin komutanlarının kahramanlık ve fedakârlığı ile ilgili olarak da bazı tespit ve değerlendirmelerde bulunur. Paşa’nın Mehmetçiği anlatırken onların fedakâr komutanlarını da unutmadığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Yedigün dergisine verdiği mülakatta şöyle der:
“Elcezire cephesi kumandanı olarak Diyarbekir’e gitmiştim. Birgün Ankara’dan bir telgraf aldım. İzmir harekâtı başlamıştı ve bu harekât devam ettiği müddetçe cephe tahsisatının verilmesi müşkül olacağından bu hususun nazarı dikkate alınarak oranın ona göre tanzim edilmesi bildiriliyordu. Bu emri bütün arkadaşlara tebliğ ettim. Ve cepheye tahsis olunmuş cenup hududu gümrük hasılatından üç ay kadar bir zaman para almadık ve bittabi kimseye de bir şey veremedik. Bu müddet zarfında hiçbir zabit arkadaşım parasızlıktan şikâyet ederek benden bir şey istemedi. Mecbur kalan belki şiltesini sattı, fakat gelip de hakkı olan parayı istemeyi düşünmedi. Bu şu anda, binbir tanesi arasında aklıma gelen en küçük en zayıf bir misaldir. İşte Mehmetçiğin başındaki Türk zabiti de budur.”34
Zaten bir zafer ancak el birliği ile kazanılabilir. Bunlar cephede savaşan asker, onu yöneten komutan ve bunlara destek olan cephe gerisidir. Cephe gerisinde ise Mehmetçiği doğuran analar vardır.
“İşte Mehmetçiği Doğuran Ana Budur”
Aslında savaş sadece cephede verilmez. Cepheyi maddi ve manevi olarak destekleyen bir de cephe gerisi vardır. Cephede genelde erkekler savaşır. Ancak erkekler cepheye gidince cephe gerisinin bütün yükü kadınların omzuna biner. Ayrıca cepheye giden yiğitleri doğuran, büyütüp askere gönderen de yine kadınlarıdır. O sebeple bir savaşta cephenin kahramanı erkeklerse cephe gerisinin kahramanı da kadınlardır dense yeridir. Öyle ki kadınlar, cephe gerisinde onlardan kalan işleri yaparak erkeklerin boşluğunu doldurmakla kalmaz, iş başa düşünce ya cepheye silah taşırlar ya da cepheye kadar gidip savaşmak durumunda kalırlar. Bu bağlamda kadınlarımızın hem I. Dünya Savaşı sırasında hem de sonrasında Milli Mücadele yıllarında vatan savunmasında büyük rol oynadıklarını görüyoruz. Bunlardan bazıları ismen tarihe geçse de çoğunun, isimsiz birer kahraman olarak hatıralarda kaldığını söylemek mümkündür. İşte bu isimsiz kahramanlardan birini aynı röportaja Cevat Paşa’dan öğreniyoruz.
Cevat Paşa, Çanakkale Muharebeleri’nden sonra 1916’da Galiçya Cephesi’nde, 1917’de de Sina-Filistin Cephesi’nde görev yapar. 1918 yılı Kasım ayında Genelkurmay Başkanı,35 Aralık ayında da Harbiye Nâzırı olur. 16 Mart 1920’de ise İstanbul’un işgali üzerine İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya sürgüne gönderilir. İki yıllık acılı sürgün hayatından sonra, Ocak 1922’de yurda dönen Paşa, döner dönmez Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Ankara’ya gider ve Mustafa Kemal Paşa ile görüşür. Akabinde de Şubat 1922’de Elcezire Cephesi Komutanlığına atanır.36
Kurtuluş Savaşı günlerinde İstanbul’dan Ankara’ya yapılan insan ve mühimmat yolculuğunun çoğu, önce İnebolu’ya kadar deniz yoluyla, oradan da Kastamonu-Çankırı-Kalecik-Ankara hattı şeklinde kara yoluyla gerçekleşir. Cevat Paşa da Ocak 1922’de aynı güzergâh üzerinden Ankara’ya geçer. Bu güzergâh son yıllarda İstiklal Yolu olarak adlandırılmaya başlanmıştır.37
Cevat Paşa, Ocak ayının soğuk ve yağmurlu bir günü İnebolu’dan Kastamonu’ya doğru giderken yolda rastladığı isimsiz bir Anadolu kadınının, Mehmetçiği doğuran ananın, cephe gerisinden askerlerimize verdiği desteği, onun kahramanlık ve fedakârlığını şöyle anlatır:
“Malta’dan dönmüştüm. Ankara’ya gidiyordum. İnebolu’da bir arabaya bindik, yola revan olduk. Yolun bilmem neresinde bir köylü kadına rast geldik; kucağındaki çocuğunu yorganına sarmış, önünde kağnı, kağnının içinde de dört mermi, cepheye gidiyordu. İlerledik… Bir yerde biraz tevakkuf ettik. Kadın kağnısile yine önümüzden geçti. Biraz sonra yağmur başladı. Biz de arabamıza bindik, yola koyulduk ve kadına tekrar rasgeldik. Bu sefer kadıncağız çocuğunun üzerinden yorganını almış, mermilerin üstüne örtmüş, sicim gibi yağan yağmurun altında yoluna devam ediyordu… Akşam üstü hana geldik, neden sonra, kapkara bir gece ortasında hanın kapalı kapısını zayıf bir el yumrukluyor ve bu kapının ardından ince, yorgun bir ses titriyordu: “Açın kapıyı!...” Han sahibi içeriden bağırıyordu: “Yer yok!...” Titreyen ses yalvarıyordu: “Ben çocuğumla kapıda, yağmurun alında da yatarım.. tek siz mermileri içeri alın!”
Muhabirin anlattığına göre, Cevat Paşa, bu sözlerinin ardından yorgun bir vaziyette bir lahza durduktan sonra sözünü şöyle bitirir:
-İşte Mehmedçiği doğuran ana budur.”38

Fotoğraf-8: “Milli Mücadelede Kadınlar Fotoğraf Sergisi”nden
[Yeni Şafak Erişim tarihi: 17/03/2020]
Burada bir parantez açarak şunu da belirtelim. Cevat Paşa’nın yolculuk sırasındaki duygularına ilişkin bir hatırasını Çanakkale Cephesi’nden beri tanıştıkları Dr. Behcet Sabit şöyle anlatır: “Anadolu’ya geçeceğim günlerde bir gün ben, İstanbul’da, Çanakkale’de iken kumandanım olan muhterem Cevat paşa ile konuşuyordum. Bana, gözleri yaşararak:
-Behçet, demişti. Ilgaz’ın göklere karışan şahikalarını ağartan karları içinde, dünyanın hiçbir yerinde bulunmaz bir saadet var. İnsan bunu, Malta’da, esaretin azabile kıvrandığı zaman ile, oraya kavuştuğu zaman daha iyi anlıyor…”39
Evet bu saadet hürriyet ve özgürlük saadetidir. Ilgaz Dağı’ndan aşan yola İstiklal Yolu denmesi de bu bağlamda oldukça manidar olsa gerektir. Anadolu insanı işte bu saadetten mahrum kalmamak için kadınıyla erkeğiyle ağır kış şartlarına aldırmadan eşsiz bir mücadele vermiştir.

“Milli Mücadelede Kadınlar Fotoğraf Sergisi”nden
[Yeni Şafak, Erişim tarihi: 17/03/2020]
Cevat Paşa’nın şâhidi ve nâkili olduğu kahramanlık ve fedakârlık hadisesinin aslında birçok benzer örneği vardır İstiklal Yolu’nda. Bunlardan en yaygın olarak bilineni Şerife Bacı’nın hikâyesidir. Anlatılanlara göre “Şerife Bacı 1921 yılının çetin kış şartlarının hüküm sürdüğü aralık ayında sırtında çocuğu, önünde kağnısı ile kışla önüne kadar gelmiş, mermileri ve çocuğunu korumak uğruna donarak şehit olmuştur.”40 Bu noktada Şerife Bacı’nın başına gelenlerin Aralık 1921’de, Cevat Paşa’nın anlattığı kahramanlığın da Ocak 1922’de meydana geldiğini göz önüne aldığımızda İstiklal Yolu’nda daha araştırılması ve tespit edilmesi gereken nice kahramanlık örneğinin olduğu anlaşılmaktadır. O sebeple Milli Mücadele sırasında bu yolda yaşananlar hem bir minnet borcu hem de birer görev olarak öncelikle söz konusu güzergâh üzerinde bulunan şehirlerdeki (Kastamonu-Çankırı-Ankara) üniversiteler tarafından çok yönlü ve detaylıca araştırılması gerekmektedir. Her ne kadar İstiklal Yolu Derneği’nin bu konuda bazı çabaları olsa da asıl görev ve sorumluluk üniversitelerindir. Yapılan araştırmalar, bu bağlamda yazılacak edebî eserlere, belgesellere veya sinema filmlerine kaynaklık edecektir.
Sonuç Yerine…
Çanakkale’de tabyalardan birinde bombardıman sırasında enkaz altında kalan bir asker, “taş ve toprak yığınları altında can vermektense açıkta ölmeyi tercih ederim” diyerek güç bela kurtulup kendini dışarı atınca o anki psikolojisini şöyle izah ediyor: “Meğer diyordum insanoğlu ölürken bile hür olmak istermiş.”41 Evet özgürlük bu denli önemli ve kıymetlidir. Çanakkale askeri bir ülkenin, bir milletin esir olmaması, ebediyen özgürce yaşaması için kendini feda etti. Çanakkale ve Milli Mücadele destanını yazan azîz şehitlerimizi ve gazîlerimizi rahmetle ve şükranla anıyorum.
Dipnotlar
[1] Ömer Çakır, “Üsküdarlı Talat’ın Hayatı ve Şiiri”, II. Üsküdar Sempozyumu 12-14 Mart 2004; Bildiriler, C. 2, Üsküdar Belediyesi Yay., İstanbul, 2005, s. 224-233. [2] Mehmed Akif, “Asım’dan Bir Parça”, Sebilürreşad, C.24, Nu.608, 10 Temmuz 1340. [3] Geniş bilgi için bkz. Nurdan Baş, “Çanakkale Cephesi Deniz Savaşlarında 18 Mart Kahramanı Cevat (Çobanlı) Paşa”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Yıl: 13, Bahar 2015, Sayı: 18, s.89-116; Ahmet Yurttakal, “Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa”, Çanakkale Muharebeleri’nin İdaresi Komutanlar ve Stratejiler, (Editörler: Lokman Erdemir-Kürşat Solak), Çanakkale Valiliği Yayınları, Çanakkale, 2015, s.163-170.; Ahmet Yurttakal, “18 Mart Özel Makalesi – Yaşayanların Ağzından 18 Mart Boğaz Muharebesi”, http://www.geliboluyuanlamak.com/746_18-mart-ozel-makalesi-yasayanlarin-agzindan-18-mart-bogaz-muharebesi-ahmet-yurttakal.html, E.T., 10/03/2020. [4] “Çanakkale’de Kahramanlar Arasında Bir Cevelan-Mecruhları Ziyaret”, Tanin, Nu.2256, 22 Mart 1331. [5] Gıyas Yetkin, kendisini “Derleyen” olarak nitelendirdiği, Yaratanların Ağzından 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi adlı eserinde Cevat Paşa’nın anlatımlarını Boğaz savunmasında görev yapmış bazı askerlerden nakleder. Bunun yanında bir de başta Donanma dergisi olmak üzere, tarih ve sayı belirtmeden yani tam künye vermeksizin bazı dergileri kaynak gösterir. Cevat Paşa’dan naklettiği bazı ifadeleri “Resimli gazetedeki bir röportajdan” der. Ancak maalesef bu derginin de tam künyesini belirtmez. (Gıyas Yetkin, Yaratanların Ağzından 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi, Türkiye Eski Muharipler Cemiyeti Yay. Gnkur. Basımevi, Ankara, 1966, s.119) Çanakkale Muharebeleri(1915) ile Cevat Paşa’nın vefat ettiği tarih(1938) arasında matbuatımızda bir adet Resimli Gazete adlı periyodik bulunmaktadır. Söz konusu dergi, Talat Midhat tarafından yayımlanmış olup ilk sayısı 8 Eylül 1339/1923’te çıkmıştır. Bu derginin 21 Mart 1341 tarihli nüshasının kapağında Cevat Paşa’nın resmi olup üzerinde “Cumhuriyet Ordusunun Büyük Kumandanlarında Cevat Paşa” yazmaktadır. Ancak derginin iç sayfalarında Paşa ile yapılmış bir röportaj yoktur. O sebeple Gıyas Yetkin’in alıntı yaptığı “Resimli gazete”nin hangi periyodik olduğunu şimdilik tespit edemedik. [6] Kandemir, “General Cevat Savaş Hatıratını Anlatıyor”, Yedigün, C.7, No:180, 19 Ağustos 1936, s.14–16.; Kandemir, “İki Eski Kumandan, O Günün Hatıralarını Anlatıyor”, Cumhuriyet, 18 Mart 1937., s.3. [7] Kandemir, “İki Eski Kumandan, O Günün Hatıralarını Anlatıyor”, Cumhuriyet, 18 Mart 1937., s.3. [8] Gıyas Yetkin, Yaratanların Ağzından 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi, Türkiye Eski Muharipler Cemiyeti Yay. Gnkur. Basımevi, Ankara, 1966, s.119-120.; Benzer bir anlatım için bk. Kandemir, “İki Eski Kumandan, O Günün Hatıralarını Anlatıyor”, Cumhuriyet, 18 Mart 1937., s.3. [9] Gıyas Yetkin, age., s.129. [10] Gıyas Yetkin, age., s.130. [11] Gıyas Yetkin, age., s.137-138. [12] Gıyas Yetkin, age., s. 138. [13] Gıyas Yetkin, age., s.142-143. [14] Gıyas Yetkin, age., s.144-145.; Gıyas Yetkin, Seyit Onbaşı’nın anlattıklarına ilişkin bir kaynak belirtmez. Ancak Cumhuriyet gazetesinin 22 Ağustos 1936 tarihli nüshasında “Bir Aslan Türkün Hatırası” başlığı altında Seyit Onbaşı ile yapılmış bir röportaj Gıyas Tekin imzasıyla yayımlanır. Burada Gıyas Yetkin’in soyadının yanlış yazıldığı anlaşılmaktadır. Her iki röportaj birebir aynı olmamakla beraber özü itibariyle benzer olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Cumhuriyet gazetesindeki röportajda Seyit’in Edremit’in Çamlık köyünden olduğu, 305[1305/1889 veya 1890] tarihinde doğduğu, babasının adının Mehmed olduğu bilgisinin yanında Seyit’in bahse konu olaydan bir hafta sonra tabyaya paşalarla beraber bir resimci gelip resmini çektiği, bir hafta sonra da kumandanın çağırıp ilk sayfada resminin olduğu ufak bir kitap verdiği, buna çok şaşırdığı, kitabın ise sonradan kaybolduğu yönündeki anlatımlarına da yer verilmiştir. Seyit’in ufak bir kitap olarak tavsif ettiği Harp Mecmuası’dır. Zira Harp Mecmuası’nın Kanun-ı evvel 1331[Aralık 1915] tarihli 2.sayısının kapağında Seyit’in sırtında bir mermi ve yanında bir arkadaşı olduğu halde fotoğrafı yayımlanmıştır. Fotoğrafın altında şöyle yazmaktadır: “Çanakkale İstihkâmında: 215 kıyye ağırlığındaki mermiyi sırtında taşıyan güçlü bir kahraman nefer: Mehmed oğlu Seyid. Ordumuzda harp aşkından bir örnek.” Dolayısıyla, olayın 18 Mart 1915 günü meydana geldiğini, derginin Aralık 1915’te yayımlandığını göz önüne aldığımızda söz konusu fotoğraf, ya Seyit’in dediği gibi bir hafta sonra çekilip çok sonraları dergide yayımlandı ya da derginin yayımlanmasına yakın bir zaman çekildi. Çünkü Seyit’in röportajda belirttiği üzere fotoğrafın çekimi ile derginin Seyit’e verilmesi arasında bir haftalık zamanın olması zor görünüyor. Bizim tahminimiz olaydan bir hafta sonra fotoğrafın çekilip ileride derginin hemen 2.sayısında kullanıldığı yönündedir. Seyit’in babasının adı hem Harp Mecmuası’nda hem de Gıyas Yetkin’in röportajında “Mehmed” olarak geçmektedir; ancak son yıllarda ortaya çıkarılan askeri künye ve nüfus kayıtlarına göre ise Seyit’in baba adı Abdurrahman’dır. Seyit Onbaşı, 1 Aralık 1939’da vefat etmiştir. (Ahmet Yurttakal, “Seyit Onbaşı Hakkında Belgeler”, https://www.academia.edu/ 40499154/SEY%C4%B0T_ONBA%C5%9EI_HAKKINDA_BELGELER, E.T.: 17/03/2020) İsim farklılığının nedeni, köylerde kimi zaman şahısların bilinen ismi ile nüfustaki resmî adlarının aynı olmamasıdır. Bu noktada kahramanın adının Harp Mecmuası’nda Seyid, Yetkin’in röportajında “Seyyid”, nüfus kaydında ve askerî künye kayıt belgesinde “Seyit” şeklinde geçmesi de ismin söyleyiş farklılığından kaynaklanmaktadır. [15] Gıyas Yetkin, age., s.146-147. [16] Gıyas Yetkin, age., s.147. [17] Gıyas Yetkin, age., s.147. Bu nefer, Seyit Onbaşı’nın arkadaşı Ali’nin “Denizlili Ömer’in de gözleri yandı. Bakıyor ama görmüyor” dediği Denizlili Ömer isimli asker olsa gerektir. Diğer yandan, Cevat Paşa, Kandemir’le konuşmasında bu olaya ilişkin şunları anlatır: “Çanakkalede bir gün bir düşman denizaltı gemisile bataryalarımızdan biri arasında bir mücadele olmuş ve düşman gemisi batmıştı. Fakat denizaltı gemisinin batarken atmış olduğu son mermilerden biri Mehmedciklerimizden birinin pek yakınında infilak ederek gözlerine isabet etmişti. Bataryaya gittiğim sırada Mehmedciği yere uzanmış buldum. Kendisine seslendim. Hemen ayağa kalktı, ancak bana bakmıyordu. Yüreğim yanarak bu aslanın artık görmediğini anlamıştım. -Vah vah yavrum.. Gözlerin rahatsız galiba, seni hastaneye göndereyim, dememe kalmadı. Mehmedcik, o her zamanki merd, her zamanki kahraman halile, karşımda dimdik: -Sen üzülme kumandanım... dedi, ben gözlerimi, göreceğini gördükten sonra kaybettim.. Artık gam yemem.”( Kandemir, “İki Eski Kumandan, O Günün Hatıralarını Anlatıyor”, Cumhuriyet, 18 Mart 1937., s.3.) [18] Gıyas Yetkin, age., s.151. [19] Gıyas Yetkin, age., s.150-151. [20] Gıyas Yetkin, age., s.152. [21] Bu noktada Cevat Paşa’nın verdiği bilgi de şöyledir: “Hasımla en fazla Dardanos bataryası mücadelede bulunuyordu. Geç vakit düşman İrrezistibl zırhlısı da Dardanosa dört kilometro mesafede batmış, hareketsiz kalmıştı. Fakat bu esnada Dardanos ta ateşi kesmişti. Meğer batarya kumandam Hasanla topçu zabiti Mevsuf şehid olmuşlardı. 0 civardaki bir gene zabiti bataryaya gönderdim ve zırhlıya ateş açtırdım. Yazık ki bataryalarımızın cephaneleri mahdud olduğundan fazla endaht edemiyorduk.”( Kandemir, “İki Eski Kumandan, O Günün Hatıralarını Anlatıyor”, Cumhuriyet, 18 Mart 1937., s.3.). [22] Dardanos Tabyası’nda tarassut mahallinde görev yapan Çavuş rütbesinde bir askerdir. Arkadaşlarının anlattığına göre şakacı, neşeli bir insan olup “bataryanın gülü”dür. Arif Çavuş, bir ay sonra bir ağaç üzerinde tarassut görevindeyken tam altına düşen bir düşman mermisiyle şehit olur. (Gıyas Yetkin, age., s.151.) [23] Gıyas Yetkin, age., s.152-153. [24] Gıyas Yetkin, age., s.155. [25] Gıyas Yetkin, age., s.155. [26] Gıyas Yetkin, age., s.155. [27] Nurdan Baş, agm.,s. 89-116 [28] Aslında bu durum, yani zaferde komutanın kendisini değil Mehmetçiği ön plana alması Türk ordusunun çok temel bir hassasiyeti ve geleneğidir. Bu bağlamda Çanakkale Muharebeleri’nde büyük yararlılıklar göstermiş diğer komutanların beyanlarında da bunu görmek mümkündür. Geniş bilgi için bkz. Ömer Çakır, “Türk Harp Edebiyatında Çanakkale Muharebeleri’nin Komutanları”, Çanakkale Muharebeleri’nin İdaresi Komutanlar ve Stratejiler, (Editörler: Lokman Erdemir-Kürşat Solak), Çanakkale Valiliği Yayınları, Çanakkale, 2015, s.291-297. [29] Bnb. Halis (Ataksor) Bey Çanakkale Raporu, Arma Yayınları, İstanbul, 1975, s. 72-73’ten nakleden Ahmet Yurttakal, “Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa”, Çanakkale Muharebeleri’nin İdaresi Komutanlar ve Stratejiler, (Editörler: Lokman Erdemir-Kürşat Solak), Çanakkale Valiliği Yayınları, Çanakkale, 2015, s.168. [30] “Çanakkale’de Kahramanlar Arasında Bir Cevelan-Mecruhları Ziyaret”, Tanin, Nu.2256, 22 Mart 1331. Tanin yazarı Cevat Paşa’nın odasından çıktıktan sonra “o günkü hatırayı teyit için” bahçede Cevat Paşa ile fotoğraf çektirdiklerini de belirtir. [31] Kandemir, “General Cevat Savaş Hatıratını Anlatıyor”, Yedigün, C.7, No:180, 19 Ağustos 1936, s.14–15. [32] Kandemir, agm., s.16.; Bu görüşmeden bir yıl sonra yapılan mülakatta da Cevat Paşa aynı şekilde şöyle diyecektir: “Onun sırrını gene bu Türk kumandanının ağzından dinleyiniz: -Mehmedcik… diyor. 18 Martın da, bütün gelecek 18 Martların da kahramanı odur. Onu tarif edebilmek hangimizin haddi…”( Kandemir, “İki Eski Kumandan, O Günün Hatıralarını Anlatıyor”, Cumhuriyet, 18 Mart 1937., s.3.). [33] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Paşa ile Mülâkat”, Yeni Mecmua, 5-18 Mart Çanakkale Nüsha-i Fevkalade, 1918, s.137. [34] Kandemir, “General Cevat Savaş Hatıratını Anlatıyor”, Yedigün, C.7, No:180, 19 Ağustos 1936, s.16. [35] Bu sırada Cevat Paşa ile yapılmış bir röportaj için de bkz., “Cevat Paşa Hazretleriyle Mülakat”, Tasvir-i Efkar, Nu.2551, 5 Teşrîn-i sâni 1918 [36] Geniş bilgi için bkz. Nurdan Baş, agm., s.89-116; Ahmet Yurttakal, agm., s.163-170. [37] Hatta bu bağlamda İstiklal Yolu Eğitim Kültür Turizm ve Gençlik Derneği kurulmuş olup söz konusu dernek konu ile ilgili çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır. Geniş bilgi için bkz: http://www.istiklalyolu.com, Erişim Tarihi: 17/03/2020 [38] Kandemir, “General Cevat Savaş Hatıratını Anlatıyor”, Yedigün, C.7, No:180, 19 Ağustos 1936, s.16. [39] Naci Sadullah, “Profesör Behçet Sabit Bey’i Dinlerken”, Yedigün, Nu.57, 11 Nisan 1934, s.8. [40] “Şerife Bacı Kimdir?”, https://www.kulturportali.gov.tr/ turkiye/kastamonu/gezilecekyer/ ataturk-ve-seht-serfe-baci-aniti, Erişim tarihi: 17/03/2020. Ayrıca geniş bilgi için bkz. “5 Maddede Milli Mücadelenin Kadın Kahramanlarından Şerife Bacı", https://www.beyaztarih.com/resimlerle-tarih/detay/5-maddede-milli-mucadelenin-kadin-kahramanlarindan-serife-bacinin-faaliyetleri, Erişim tarihi:31/03/2020. [41] Gıyas Yetkin, age., s.103.
Comments