Türklerin Anadolu'ya İlk Girişleri
Bugün Türkiye adıyla anılan ve Türklüğün en önemli coğrafyalarının başında gelen Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesi uzun bir sürecin ve gayretin neticesidir. Görünürde XI. yüzyılda Selçukluların batıya yönelmesi ve 1071 Malazgirt zaferi neticesi ile Anadolu’nun kapılarını aralamaları ardından Süleyman Şah’ın İznik merkezli olarak Selçukluların bir kolunu Anadolu’da hayata geçirmesi ve bunu takip eden gelişmeler sonucu Türkleşen Anadolu’nun Türkler ile irtibatı bağlamında bu tarihten çok daha erken tarihlere uzanan bir geçmişi bulunmaktadır.
“Kayserin ayağının altında yer eksilmekteydi
Köşkü gökyüzüne yükselmişti
Ey Keyhüsrev onun yerini almış durumdasın
Söyle o köşk nerede? Kayser ise sanki hiç yaşamadı”
XIII. yüzyıl Anadolu’sunun önemli mutasavvıflarından Şeyh Evhadüddîn Kirmânî’nin Türkiye Selçuklu Sultanı Gıyâseddîn Keyhürev için kaleme aldığı bu mısralar Anadolu’nun sahiplerinin el değiştirmesi yani Türkleşmesi sürecini anlayabilmek adına önemlidir. Selçuklu varlığı ile birlikte Anadolu’da bambaşka bir hayatın yaşanmaya başladığı tartışma götürmez bir gerçektir. Fakat bu değişim sadece XI. yüzyıl ile başlayan askeri başarılara bağlanamayacak kadar derinliği, geçmişi ve farklı boyutları olan bir olgudur.
İlk Türk İzleri
Türklerin Anadolu’ya ilk gelişleri Sakalar ile gerçekleşmiştir. Sakalar, M.Ö. 665 yılında Kuzey Kafkasya’da yaşayan Kimmerleri yurtlarından attıktan sonra onları takip ederek Azerbaycan topraklarına geldiler. Bu sırada Sakaların başında başbuğ olarak ‟Gök”(Asur kaynaklarına göre Gog) bulunmaktaydı. Gök’ün oğulları ve Asur kaynaklarında isimleri ‟Sarati” ve ‟Parati” olan iki oğlu bulunmaktadır. M.Ö. 662’de bu iki kardeş, Asur ülkesine saldırdılar. Bunlardan Parati’nin -yine Asur kaynaklarında geçtiği kadarıyla- ismi ‟Maduva” olan oğlu, M.Ö. 654’te tüm Anadolu, Suriye ve Filistin bölgelerini ele geçirdi. Burada adı Maduva olarak geçen kişi, Firdevsi’nin Şehnâme adlı eserinde ‟Efrasiryab” olarak anılan, gerçekte ise adı ‟Alp Er Tunga” olarak bildiğimiz Saka hükümdarıdır. İran hükümdarı ‟Keyhüsrev”, Kuzey Azerbaycan ve Doğu Anadolu’yu Sakalardan almak için kurduğu tuzak sonucu M.Ö. 626-625 yılında Alp Er Tunga’yı şerefine verdiği ziyafet sırasında zehirleyerek öldürdükten sonra istediğini elde etti ve Doğu Anadolu topraklarını ele geçirdi. Strabon’a göre Sakaların Anadolu’daki egemenlikleri 28 yıl sürmüştür.
Anadolu coğrafyasında var olan en eski varlıklarından biri de M.Ö. 149-127 yılları arasında İtil Nehri civarından topraklarından kalkıp Azerbaycan’a, oradan da Kars ve Pasin ovalarına gelip yerleşen ‟Bulgarlar” ve ‟Vanandlar”dır. Bulgarlar ile akraba bir kavim olan Vanandlar ile Bulgarlar’ın Doğu Anadolu coğrafyasına gelmeleri ile ilgili tarihî bilgi, Ermeni kaynaklarınca da teyit edilir. Hatta bu yerleşme, etkisini, Selçukluların Anadolu’yu egemenliklerine alıncaya kadar Kars şehrinin adının Vanad olarak anılması ile gösteriyor.
Hunlar ve Anadolu
IV. asırda Balamir başbuğluğunda batıya; Avrupa topraklarına hareket eden Hunlar, ilk önce, IV asrın ortalarına doğru İranî bir kavim olan Alanların ülkesini ele geçirdikten sonra 374 yılında Karadeniz’in kuzeyindeki Got krallığı topraklarına saldırdı ve topraklarını ele geçirdiler. Hunların önünden kaçan Gotlar, Avrupa’nın batısına, yani Roma İmparatorluğu topraklarına doğru, önlerine çıkan İranî ve Germen topluluklarını da yurtlarından ederek Roma ülkesinin ‟limes” adını verdiği sınırlarını aştılar. Böylece 375 yılında ‟Kavimler Göçü” başlamış oldu. Bu durum, Roma İmparatorluğu’nun siyasî, ekonomik, askerî ve sosyal olarak büyük bir buhran yaşamasına ve yaklaşık 20 yıl sonra da ‟Doğu Roma İmparatorluğu ve Batı Roma İmparatorluğu” olarak ikiye ayrılmasına neden olurken, Avrupa’nın etnik yapısını da köklü bir şekilde değişime uğratmış oldu.
395 yılında İmparator I. Theodosios’un ölmesi ve Roma’nın doğu ve batı olarak ikiye ayrılmasından sonra aynı yıl içerisinde Hunlar yeniden harekete geçerek yeni bir akın ve yağma harekâtına giriştiler. Bu harekât, iki koldan yürütülecekti: ilk kol Balkanlar üzerinden Trakya’yı, ikinci kol Kafkaslar üzerinden Anadolu’yu hedef almaktaydı. Anadolu harekâtını ‟Kursık” ve ‟Basık” adlı iki komutan idare etmekteydi. İlk olarak Kafkaslar üzerinden Erzurum’a girdiler. Ardından da bugünkü Malatya ve Çukurova’ya kadar akınlarını sürdürerek, sonrasında Urfa ve Antakya şehirlerini kuşattılar. Buradan daha güneye inen Hun atlıları, Suriye topraklarında faâliyetlerde bulunduktan sonra Kudüs’e kadar akınlarda bulundular. Ardından tekrar kuzeye yönelerek Ankara-Kayseri hattındaki İç Anadolu topraklarında akınlarda bulunarak 396 yılının içerisinde Azerbaycan yönünde hareket edip Kafkaslar üzerinden merkezlerine döndüler. Avrupa Hunlarının Doğu Roma İmparatorluğu egemenliğindeki Anadolu’ya yapmış oldukları bu harekât, Roma ve Bizans tarihî kaynaklarında kayıtlı olan Türklerin bu topraklardaki ilk görünmeleridir. 398 yılında yine Avrupa Hunlarının Anadolu’ya yaptıkları ikinci bir harekât vardır ki, bu, kapsamı ve sınırları itibariyle ilkinden daha küçük ölçeklidir. Hunların gerçekleştirmiş oldukları bu askerî harekâtlar, yurt tutma amacıyla olmayıp; keşif ve yağma amacıyla yapılmış akın niteliğindedir.
Sabir Akınları
Malazgirt öncesi Anadolu’ya yapılan Türk akınlarından biri de ‟Sabir(Sibir) Türkleri” tarafından gerçekleştirilir. 305 yılında Kafkasya’nın kuzeyinden güneye geçen Sabirler, 515-516 yılında Anadolu coğrafyasına indiler. Sabirler; Kapadokya, Ankara ve Kastamonu’ya kadar faâliyetlerde bulunurken başlarında ‟Çiğil-biy” adında bir başbuğları bulunuyordu. Yaklaşık 11-12 yıl Doğu Roma İmparatorluğu toprağı olan Anadolu coğrafyasında varlıklarını sürdüren Sabirler, 527 yılında Anadolu’dan çekilmişlerdir.
Türklerin Anadolu coğrafyasına girişleri sadece Kafkaslar üzerinden olmayıp, VI. asırda Avrupa kıtasında Bizans İmparatorluğu ile siyasî sorunlar yaşayan Bulgarlar, 530 yılında yapılan savaşta Bizans’a yenilince, belli bir kütle Balkanlar üzerinden getirilerek Anadolu coğrafyasına yerleştirilmişlerdir. Ayrıca, Müslüman Araplar ile mücadele de askerî desteğe ihtiyaç duyan Bizans, 755 yılında yine Bulgar Türklerinden bir kısım halkı, Balkanlar’dan Anadolu’ya geçirip buraya yerleştirmiştir.
Anadolu’da Avar İzleri
I. Göktürk Devleti’nin kurulmasından sonra yaşadıkları baskılar nedeniyle batıya doğru göçe başlayan ‟Avarlar”, 558-805 yılları arasında Orta Avrupa’da ve Karadeniz’in Kuzeyinde büyük bir devlet kurarak, yaklaşık 250 yıl hüküm sürmüş olan Avar Devleti’ni kurmuşlardır. Avarların siyasî tarihi boyunca gerçekleştirdikleri en büyük askerî harekât, İstanbul'u kuşatmalarıdır. İlki 617 veya 619 yılında Sasanî İmparatorluğu ile müttefik olarak gerçekleştirilen kuşatmanın ardından, ikincisi ve daha geniş çaplı olarak yine Sasanîler ile ortaklaşa düzenlenen 626 yılındaki kuşatmadır. Kuşatmayı fiilen gerçekleştiren asıl güç Avarlardı. Büyük yankı ve etkiler doğuran bu kuşatmaların ilkinde Bizans İmparatoru başkenti terk ederek şehri kaderine bırakmayı düşünmüş, ikincisinde Sasanî ordusunun da karadan Anadolu coğrafyasını kat ederek Avrupa yakasında kuşatmayı sürdüren Avar ordusuna yardıma gelmesinin ardından bu kez imparator, bir diğer Türk Devleti olan Hazar Devleti’nde yardım istemek üzere yola çıkmıştır. Kuşatmalar etkili olsa ve imparator ile halkı korkuya düşürerek şehri terk etme ve başka bir Türk Devleti’nden yardım isteyecek duruma getirse de donanmanın olmayışından dolayı kuşatmalar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yine de bu durum, Türk tarihinde ilk İstanbul kuşatmalarının yapılması açısından önem arz etmektedir. Bundan ayrı olarak, II. Justinianus(685-695/705-711) doğudaki Sasanî tehdidine karşı, Avrupa’da bulunan Avar Devleti’ndeki Türklerden bir bölümünü Balkanlar üzerinden Anadolu’ya getirterek onları Doğu Anadolu’daki İran sınırına yerleştirmiştir.
Anadolu’da Etrak İzleri
IX. asırda Türkistan’dan batıya doğru yaşanan Türk göçü sonrasında Abbasî Devleti bünyesinde, özellikle 840-860 yılları arasında çok sayıda Türk’ün bu devletin ordusunda memlûk veya paralı asker olarak görev alması ve bu durumun ilerleyen yıllarda da giderek artması, onların zamanla Abbasî Devleti içerisinde güç sahibi olmalarına yol açtı. ‟Benî Bâcûr(Bayçur)”, ‟Afşinler”, ‟Benî Akşid”, el-Sûlî, ‟Beni el-Sâc(Sacoğulları) ve ‟el-Türkişî” gibi aileler, Abbasî ordusu ve devletinde yükselen Türk ailelerden bazılarıdır. Bu ailelerden biri olan Afşinlerden ‟Afşin Haydar”, Doğu Anadolu’yu da içerisine alacak şekilde, Abbasîlerin Ermeniye, Azerbaycan genel valiliği yapmış ve onun döneminde bu bölgelerde yüksek miktarda bir Türk zümresi ve kuvveti bulunmaktaydı. 838 yılında Abbasî halifesi Mutâsım’ın Anadolu üzerine çıktığı seferde Afşin, Abbasî ordularının sağ kanat komutanıdır. Onun devlet içindeki siyasî gücünün giderek artmasından çekinen halife Mutâsım, Afşin’i idam ettirdi. Fakat bu durum, Doğu Anadolu ve Azerbaycan’daki Türk askerî gücünde herhangi bir eksilmeye neden olmadı. M.786 yılında halife Harun el-Reşid, komutanlarından ‟Ebu Süleyman el-Türk” bir Türk emirini Tarsus şehrine görevlendirmiştir. Ayrıca, yine o dönemlerde Adana-Tarsus bölgesinde Abbasî emirlerinden ‟Buga” adlı bir Türk komutan, valilik görevinde bulundu. Abbasî Devleti, IX. Asırdan itibaren orduda görev yapan komutan, asker ve cümle Türk zümresinin Arap kadınlarıyla evlenip melezleşerek, savaşçı özelliklerini kaybetmemeleri için, onlara has, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yer alan ve ‟Samarra” adı verilen vilayeti kurmuşlardır.
Peçenekler ve Anadolu
Türkistan’dan batıya; Doğu Avrupa’ya doğru yönelen son büyük göç, IX-XI. asırlar arasında yaşanmış ve bu göçü oluşturan Türk kütlelerinin en büyüklerinden biri ‟Peçenekler” olmuşlardır. Peçenekler, Batı Göktürk Devleti’nin yıkılış sürecinden sonra Karlukların güçlenmesi ile üzerlerinde oluşan baskıdan dolayı önce Batı Sibirya’ya, daha sonra da IX. asırda yaptıkları akınlar ile ticaret yolunun güvenliğini bozdukları için Hazar Devleti’nin baskısıyla 860-880 yılları arasında Karadeniz üzerinden Doğu Avrupa’ya doğru göçe başladılar. Sonrasında onları ‟Uzlar(Oğuzlar)” ve ‟Kumanlar(Kıpçaklar)” izlediler. Her gelen grup bir önceki Türk boyunu o an bulundukları bölgelerden atarken, bu durum, Türk boylarının hızlı bir şekilde Karadeniz’in kuzeyi ve Doğu Avrupa’dan Balkanlara doğru hızlı bir yayılma alanı oluşturmalarına ve Avrupa’da etnik bir hareketliliğin yaşanmasına neden oldu. Peçenekler, 889-893 yıllarında Macarları Karpatlar bölgesindeki yurtlarından atarak bu bölgedeki bozkırlara yerleştiler. Daha sonrasında Uzlar, Peçenekleri yurtlarından çıkararak onları Macaristan üzerine göçe zorladılar ve bu baskı sonucunda 942-970 yılları aralığında Peçenekler, Macaristan’a gelerek yerleştiler. Boylar halinde teşkilatlanarak yaşayan Peçenekler hiçbir zaman devlet kuramamışlardır.
1036 yılında Kiev Knezliği ile yapılan savaşta Peçenekler yenilmeleri üzerine akınlarını Balkanlardaki Bizans topraklarına yoğunlaştırdılar. Fakat, arkadan gelen Kıpçak kütlelerinin Uzları yurtlarından atmalarından sonra Uzlar’da Peçenekleri yurtlarından çıkararak Balkanlar’da bir göç çığının oluşmasına neden oldular. Bu karışıklıklar nedeniyle iki Peçenek başbuğu; ‟Turak” ve ‟Kegen” arasında oluşan iktidar mücadelesi meydana geldi; bu mücadele, Kegen’in Bizans’a sığınması, Turak’ın da Bizans ile yapılan savaşta esir düşmesi ve ikisinin, kendilerine bağlı Peçenek kütleleriyle birlikte Hristiyanlığa geçmeleri ile sonuçlanmıştır. Bizans, kendine bağladığı ve paralı asker olarak kullanmaya başladığı bu Peçenek kuvvetlerini önce Bulgaristan’a yerleştirmiş, ardından da 1048 yılından sonra, artan Selçuklu akınlarına karşı savunmaları için Anadolu’ya yerleştirmiş ve onlar üzerine sevk etmiştir. Soydaşlarına karşı böyle bir görevi kabul etmeyerek Balkanlara geri dönen sayıları yaklaşık 15.000 Peçenek atlısı olmuştur. Geriye kalan ve Bizans ordusunda paralı askerlik yapan Peçenek askerleri, 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı’nda taraf değiştirerek soydaşları Selçuklular safında yer almışlar ve savaşın kazanılmasında mühim bir rol oynamışlarıdır.
Anadolu’da Müslüman Türkler/İlk Akınlar
Selçuk Bey’in 1007 yılındaki ölümünden sonra Selçuklu ailesi ve Türkmenlerinin başına en büyük oğlu Arslan Yabgu geçti. Tuğrul ve Çağrı Beyler, kurultayda onun başbuğluğunu tanısalar da kendilerine bağlı Türkmenler ile ayrı hareket etme kararı aldılar. Maveraünnehir ve Seyhun nehrinin ötesinde; Talas bölgesinde Karahanlı han ve teginlerinin tehdit ve baskılarından dolayı kendilerine yaşam alanı kalmayınca Tuğrul ve Çağrı Beyler, kendilerine yeni bir yurt, hayvanlarına da rahat otlatabilecekleri topraklar bulma kararı aldılar. Bu çerçevede, 1015 yılında Çağrı Bey, emrindeki 3000 kadar Türkmen süvarisi ile hızla ve gizlice Gaznelilere ait Horasan bölgesinden geçerek önce Azerbaycan’a oradan da Doğu Anadolu topraklarına girdi. Bu sırada Doğu Anadolu’da Bizans’a bağlı Ermeni ve Gürcü krallıkları bulunuyordu. İlk önce, Ermeni ‟Vaspurakan Krallığı”nın topraklarına giren Çağrı Bey, yapılan savaşta Ermeni ordusunu bozguna uğrattı, bir süre bölgede dolaşarak pek çok ganimet elde etti ve Vaspurakan Krallığı’nın batı topraklarındaki kaleleri ele geçirdi. Ardından, kuzeye yönelerek Gürcüler üzerine yürüdü ve topraklarına girdi. Çağrı Bey’i karşılamak üzere bekleyen General Liparit komutasındaki bir Gürcü ordusu, savaşı göze alamayarak geri çekildi; bunun üzerine Çağrı Bey, Nahcivan bölgesi topraklarını ele geçirdi. Bununla da yetinmeyen Çağrı Bey, daha da kuzeye yönelerek Nik bölgesine girdi. Durumu haber alan Beçni Kalesi’nin Ermeni komutanı Vasak, ordusu ile Çağrı Bey’in üzerine yürüdü ve yapılan savaşta hezimete uğrayan taraf yine Ermeni ve Gürcüler oldu. Bir müddet daha bölgede dolaşan ve ganimet toplayan Çağrı Bey, yeterli keşifleri yaptığına kanaât getirerek 1021 yılında yine Azerbaycan ve Horasan üzerinden Maveraeünnehir’e dönerek Kardeşi Tuğrul Bey ile bir araya geldi ve Anadolu hakkında olumlu bir rapor verdi. Bölgeye geldiğinde var olan Ermeni ve Gürcü prensliklerinin kendi aralarındaki ve Bizans ile olan mücadelelerinden kaynaklı bölgedeki kaos ortamından yararlanan Çağrı Bey, ileride yurt tutma amaçlı keşif ve ganimet elde etme amacıyla çıktığı seferden büyük başarılar elde ederken, bölge halkı ve toprakları üzerinde de derin etkiler bırakmıştır; Ermeni ‟Ardzuri” ve ‟Bagraturi” krallıkları yıkılmış ve halk, Orta Anadolu’ya doğru göç etmiştir. Bölgenin insansız hale gelmesi, kısa bir gelecekte bölgenin Selçuklu Türklerince kolayca ele geçirilmesine zemin hazırlamıştır. Büyük Selçuklu Devleti kurulduktan sonra Malazgirt Savaşı’na kadar geçen sürede Anadolu üzerine yapılan akınlarda Çağrı Bey’in bu sefer sonucu elde ettiği bilgiler ve kullandığı güzergâh, Selçuklular için bir rehber ve kılavuz niteliği taşımıştır.
Tuğrul Bey Pasinler ve Anadolu’da Selçuklular
Büyük Selçuklu Devleti kurulduktan sekiz yıl sonra Anadolu’ya ikinci sefer düzenlendi. Bizans İmparatoru IX. Konstantinos’un emri ile Müslüman Şeddâdîlerin başkentinin Gürcü komutan Liparit tarafından kuşatılması üzerine Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış, yardım amaçlı gelerek Liparit ve ordusunu bozguna uğrattı. Bir diğer taraftan Musa(İnanç) Yabgu’nun oğlu Şehzâde Hasan, 1048 yılında Erzurum bölgesine girdi ve Vaspurakan bölgesine doğru ilerlemeye başladı. Bu durum karşısında Vaspurakan’ın Bizans valisi, Gürcistan’ın Bizans valisinden yardım istedi. İstediği askerî yardımı aldıktan sonra Bizans kuvvetleri, Şehzâde Hasan’ın komutasındaki Selçuklu ordusunu pusuya düşürüp yenilgiye uğrattı. Bu savaşta şehzâde Hasan şehit düştü.
Haberi alan Sultan Tuğrul, İbrahim Yınal’ı Azerbaycan Valiliğine atadıktan sonra Anadolu üzerine sefer emri verdi. 1048-1049 yılında İbrahim Yınal komutasında Doğu Anadolu’ya giren Selçuklular, Vaspurakan üzerinden hızla gelerek Erzurum ve çevresindeki bölgelerden pek çok kale ve şehri ele geçirip, bol miktarda ganimet ve esir elde ettiler. Durumdan haberdar olan Bizans İmparatoru, komutanı Liparit’i bölgede zor durumda bulunanBizans valileri ve ordusuna yardım amaçlı bölgeye gönderdi. Bizans ordusu içerisindeki ihtilafları gören ve iyi değerlendiren İbrahim Yınal, Erzen-i Rum(Erzurum) dolaylarındaki Basean(Pasinler) bölgesinde yapılan savaşta Bizans ordusunu bozguna uğrattı ve General Liparit’i esir aldı. Bu savaş literatüre ‟Pasinler Savaşı” olarak geçmiştir. Ve bu savaş önemli sonuçlar doğurmuştur; Pasinler Savaşı, Selçuklu ve Bizans arasında iki denk devlet olarak yapılan ilk savaştır. Bu savaştan sonra Bizans’ın Selçuklu akınlarına karşı mukavemeti ve maneviyatında önemli kırılmalar yaşanırken, Selçuklular tarafında ise Bizans’ın ürkülecek bir güç olmadığını görülmüştür. Esir komutanını kurtarmak isteyen imparator Konstantinos, Selçuklu egemenliğini tanıyarak vasal bir devlet olan Mervâni Emirliği’nin aracılığıyla Sultan Tuğrul’dan barış talep etti. Barış teklifini kabul eden Sultan Tuğrul, elçilik heyetlerinin karşılıklı Bizans ve Selçuklu ülkelerine gidip gelmelerinin ardından şöyle bir antlaşmaya varıldı: 1. Emevîler tarafından İstanbul’da yapılan cami ve medresenin bakım ve tadilatı yapılacak, 2. Şii-Fatîmî halifesi adına okunan hutbe, Abbasî halifesi ve Selçuklu Sultanı adına okunacak, 3. Caminin mihrabına Türklerin eski devirlerden beri hükümdarlık alameti olan ve Sultan Tuğrul’un da kullandığı ‟ok ve yay” işareti yerleştirilecek.
Anadolu’yu fethetme düşüncesinde olan Kutalmış, 1054 yılında Şeddâdîlerin başşehri Gence’yi kuşattı. Kuşatma başarısız olsa daErmeni Bağratlılara ait Kars şehrini ele geçirmeyi başardı.
Kardeşi İbrahim Yınal’ın isyanını bastırarak devlet otoritesini tekrar sağlayan Sultan Tuğrul, Selçuklu ülkesinde göçlerle artan Türkmen nüfusa yurt bulmak ve Bizans ile yapılan barış antlaşmasının uygulanmaması gibi nedenlerden ötürü 1054 yılı içerisinde Anadolu üzerine sefere çıktı. Doğu Anadolu’ya giren Sultan Tuğrul ve Selçuklu ordusu, Erciş kalesini ele geçirdi. Buradan hareketle Malazgirt Kalesi kuşatıldı fakat alınamadı. Daha sonra Sultan Tuğrul, Selçuklu ordusunu üçe ayırarak farklı bölgelere sevk etti. Birinci kol: Kafkas Dağları, Abhaz kaleleri ve Erzincan üzerine harekete geçerken, İkinci kol: Taik bölgesi üzerinden Çoruh havzasındaki topraklara akınlarda bulunmuş ve bol ganimet elde etmiştir. Fakat dönüş yolunda yapılan savaşta ordunun sübaşısı şehit düşmüştür. Üçüncü kol: Kars ve civarına yönelmiş, burada yapılan savaşta Bizans ordusunu bozguna uğratmışlardır. Kendisi Pasinler ve Erzurum’a hareket eden Sultan Tuğrul, kalenin düşmesinin zaman alacağını düşünerek kuşatmaktan vazgeçti. Ardından üç kol halinde sevk ettiği orduların dönmesinin sonra tekrar güney yönünde hareket ederek yeniden Malazgirt Kalesi’ni kuşatsa da kış mevsiminin gelmesinden dolayı kuşatmayı kaldırarak ordusu ile birlikte ülkesine geri dönmüştür. Dönüş yolunda Adilcevaz kalesini fethetmiştir.
Çağrı Bey’in oğlu Yakutî, emrindeki Selçuklu kuvvetleri ile 1057 yılında önce Azerbaycan’a, sonra da Anadolu’ya girdi ve akınlara başladı. Yakutî’nin komutanlarından emir Saltuk, Anadolu’da başarılı akınlarda bulunarak, bu süre zarfında pek çok kez büyük bir Bizans ordusunu yenilgiye uğrattı. Ayrıca, 1058’de Yakutî, ordusunun bir kısmını Kars bölgesine sevk etti. Bu ordu, Pasinler’e inerek pek çok kaleyi kuşattı ve ele geçirdi. Aynı yıl yine Yakutî’nin sevk ettiği bir diğer ordu Erzincan, Kemah ve Pulur’u fethetmiştir. 1059 yılında bizzat Sultan Tuğrul’un emri ile başlayan Anadolu seferine yine Yakutî kumanda etmiştir. Doğu Anadolu topraklarına giren Selçuklu ordusu, Van Gölü’nün kuzeyine doğru hareketle Sivas önlerine gelindi ve şehir kolayca Selçuklu kuvvetlerince fethedildi.
Esas Fetih Alparslan ve Malazgirt Zaferi
Sultan Tuğrul’un 1063 yılında ölmesinden sonra Selçuklu tahtına yeğeni; Çağrı Bey’in oğlu Alparslan geçti. Sultan Alparslan, ülkedeki siyasî karışıklıklara ve taht mücadelelerine son verdikten hemen sonra 1064’te Anadolu seferine çıktı. Bu sırada Anadolu’da akınlar yapmakta olan emir Tuğtekin’de Sultanın huzuruna çıkarak Selçuklu ordusuna katıldı ve bölge hakkında bilgiler verdi. İlk önce Gürcistan bölgesine giren Sultan Alparslan ve Selçuklu ordusu, bu bölgede askerî faâliyetlerde bulunduktan sonra Taik bölgesine girdiler. Gürcü kralı, Selçuklu ordusunun karşısına çıkmaya cesaret edemedi ve kaçmak zorundan kaldı. Ardından bölgedeki bir takım şehir ve kaleler ele geçirildi. Sultan Alparslan, bölgedeki Ermeni kralı II. Gourgen’in kızıyla evlenerek barış yaptı, sonra da aynı barışı Gürcü kralı IV. Bağrad ile de gerçekleştirdi.
Öte yandan, Sultan Alparslan’ın oğlu Melikşah, yanında Yakutî ve Nizâmü’l-Mülk olduğu halde, Doğu Anadolu toprakları boyunca pek çok kaleyi kuşatarak ele geçirdiler. Bu başarıların ardından babasının ve asıl Selçuklu ordusunun yanına dönen Melikşah, kazandığı zaferlerden dolayı babasının takdirlerini ve memnuniyetini kazandı. Bu vakitten sonra yek vücut halinde hareket eden Selçuklu ordusu, Sultan Alparslan’ın komutasında yine bölgedeki pek çok Bizans kale ve şehirleri fethederek, ‟ele geçirilememesi ile ünlü” Bizans’a ait Anion(Ani) şehri üzerine yürüdü ve şehri kuşatma altına aldı. Yapılan kuşatma ile zor durumda kalan Ani şehri, cizye vergisi ödeyerek barış yapmaya ikna oldular. Fakat anlaşmaya sadık kalmayarak sonrasında tekrar kaleden Selçuklu askerlerine saldırınca bu sefer Selçuklu ordusu daha şiddetli bir şekilde kaleye hücum etti. Yaşanan çatışmalarda Selçuklu askerleri galip geldi ve kale duvarlarında oluşan boşluklardan içeri dalan Selçuklu ordusu şehri fethetti. Hristiyanların bu ünlü ve büyük kentinin Müslüman Türklerin eline geçmesi Hristiyan aleminde üzüntülere sebebiyet verirken, İslam aleminde büyük bir sevinçle karşılandı. Derhal bir fetihnâme hazırlanarak Abbasî halifesine gönderildi. Abbasî halifesi de bu büyük fetihten dolayı Sultan Alparslan’a Ebu’l Feth, yani ‟Fethin Babası” unvanını vermiştir. Şehir ve kale fethedildikten sonra buraya bir cami yaptıran, emir atayan ve bir miktar asker bırakan Sultan Alparslan, seferi sonlandırarak Selçuklu başkentine döndü.
Türkiye Selçuklu Devleti’nin Kurucusu: Süleyman Şah
Kutalmışoğlu Süleyman Şah Selçuk Bey’in oğlu Arslan Yabgu’nun torunudur. Babası Kutalmış Bey’dir (Selçuk Bey’in torunu). Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın babası Kutalmış, Selçuk Sultanı Tuğrul Bey ile Çağrı Bey’in amcaoğluydu. Kutalmış önce Tuğrul Bey’e karşı isyan etmiş; sonra Büyük Selçuklu Sultanlığı tahtına geçen Alparslan’ın sultanlığını kabul etmemiş ve onun ile başarısız bir çatışmaya girişmişti. Kutalmış 1064’de ölünce (Süleyman Şah dâhil) dört oğlu o zamanlar Büyük Selçuk Sultanlığı sınırları dışında kalan fakat göçebe Türkmen boylarının yerleşmeye başladıkları bir bölge olan Anadolu’da Toros Dağları yöresine kaçmışlar ve Anadolu’ya yeni gelip yerleşen Türkmen boyları arasında yaşamaya başlamışlardır. Burada da Alparslan’ın devamlı baskısı altında kalmışlar ve Alparslan’ın zaman zaman akıncı birlikleri göndererek tahtını tehdit edebilecek olan kardeşleri bertaraf etmeye çalışmıştır. Dört kardeşten en son Süleyman Şah hayatta kalmıştır.
Alparslan’ın 1071 Malazgirt Savaşı galibiyetinden sonra giderek daha çok sayıda Türkmen boyları Anadolu’ya girip yerleşmeye başlamış ve Süleyman Şah bu Türkmenlerin liderliğini ele geçirmeyi başarmıştır. 1073’de Kutalmışoğlu Süleyman Şah Büyük Selçuklu devleti hükümdarı Melikşah tarafından Büyük Selçuk Sultanlığı’na bağımlı Sultan-ı Rum (yani Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı) olarak tayin edilmiştir. Bizans sınırlarında idaresini kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Bizanslılarla bazen savaş yaparak bazen Bizans isyancılarına yardım ederek hükmü altındaki toprakların sınırlarını büyütmeyi başarmıştır. 1075’de Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’da bulunan önemli şehirlerinden İznik (Nicaea) ile İzmit’i (Nicomedia) eline geçirmiş ve Güney Marmara bölgesine tamamen hâkim olmuştur. Ayrıca Çanakkale boğazından geçen gemilerden vergi almaya başlamıştır. 1077’de ülkesinin özerkliğini ilan edip İznik merkezli bağımsız bir devlet olarak Türkiye Selçuklu Devleti’ni kurmuştur.
1078’de Süleyman Şah Bizans İmparatoru VII. Mikhail Dukas’la Bizans tahtını eline geçirmek üzere isyan eden Anatolikon Theması Vali-Generali Nikeforos Botaneiates’e karşı askerî yardım anlaşması yapmıştır. Fakat Süleyman Şah ordusu ile İznik ile Kütahya arasında Nikeforus Botaeiates ile karşılaşınca asi generalin sağladığı daha uygun şartlar nedeniyle taraf değiştirip Nikeforus Botaeiates’a askeri yardım sağlamış ve onun III. Nikeforos ismi ile Bizans İmparatoru olmasına önayak olmuştur. Bu yardım dolayısıyla Bizanslılar göçmen Türkmenlerin Anadolu’da da Boğaz kıyılarına kadar gelip yerleşmelerini kabul etmişlerdir.
1080’de ise Süleyman Şah bir diğer Bizans tahtına geçmek isteyen isyancıya (Nikeforos Melissenos’a) yardım eder. Türkiye Selçuklu Devleti’nin hızlı bir biçimde büyümesinden çekinen Bizans İmparatorluğu, (Balkanlardaki karışıklığın etkisiyle de) Türkiye Selçuklu Devleti ile bir antlaşma yapmış ve bu antlaşmaya göre Bizans, Türkiye Selçuklularına yıllık tazminat ödemeyi kabul etmiştir.
Süleyman Şah Bizans’la yaptığı bu antlaşma sonucu batı sınırını güvenceye aldı. Süleyman Şah’ın devletini kurması ve üst üste başarılar kazanması Anadolu’ya Türk gelişlerini hızlandırıyordu. Süleyman Şah Ermeniler üzerine bir sefer düzenlemek için Kilikyalılar üzerine sefer yaptı. Yakın akrabası ve veziri Ebu’l-Kasım’ı İznik’te idareci olarak bırakan Süleyman Şah, doğu sınırlarını genişletme planları ile 1084’de Çukurova’ya (Kilikya’ya ve belki de Suriye üzerine) bir sefere çıktı ve bu sefer sonucu Tarsus, Adana ve Antakya’yı devletinin sınırlarına kattı.
Fakat İran merkezli Büyük Selçuklu devletinin Suriye’de (bir bakıma özerk) emiri olan Ebu Said Tajuldevla Tutuş (Tutuş, Melikşah’ın kardeşi ve Sultan Alpaslan’ın oğludur.) bu seferin kendi egemenliği altında olan Suriye üzerine yöneleceğini kuşkusuyla, Süleyman Şah’a karşı çıkmıştır. Her ikisi de Selçuk hanedanı olan bu iki taraf arasındaki askeri çekişmeye başkenti İsfahan’da bulunan Melikşah’ın bir bağlantısı olup olmadığı daha belgelenmemiştir; ama bazı tarihçiler Tutuş’un Melikşah emirleriyle hareket ettiğini bildirmektedirler. Gerçekten Süleyman Şah Antakya’yı ele geçirdikten sonra bütün Suriye’ye sahip olma amacıyla Halep’i kuşatmıştır. Kentin valisi olan İbn-i Huteyti, Tutuş’tan yardım istemiş; Tutuş yanına Selçuklular’ın yetenekli kumandanlarından Artuk Bey’i (Artuklu Beyliği’nin kurucusu) alarak 4 Haziran 1086 tarihinde Halep yakınlarında Ayn Seylem Savaşı’nda Süleyman Şah’la karşılaşmıştır. Süleyman Şah bu savaşta mağlup düşerek yaşamını kaybetmiştir. Süleyman Şah kısa süren hâkimiyeti döneminde Adana, Tarsus, Misis ve Avnazarba şehirlerini fethedilmiştir.
Sonuç
Tarih boyunca oldukça geniş bir coğrafyaya yayılan kadim inanç ve uygarlıkların neredeyse hepsi ile bağlantı kurabilen bu uygarlıkların birikimi ile kendi kültürlerini zenginleştirerek kendi kültürlerinin izlerini geniş bir coğrafyaya bırakan Türklerin tarih içinde kendine yurt edindiği en kayda değer toprakların başında Anadolu yan bugünkü Türkiye gelmektedir. Kati olarak XI. yüzyıl sonunda Selçuklu akınları ile Türk yurdu haline gelen Anadolu’da bu fetih sürecini kolaylaştırıcı bir unsur olarak da beliren çok daha erken tarihlere uzanan bir Türk etkisi ve varlığı olduğu açıkça görülmektedir. Türklere aşina olan ve ziyadesi ile Türk izi ile dolu olan bu coğrafya XI. yüzyıldan sonra kati bir biçimde Türk yurdu haline gelmişti. Öyle ki Selçuklu fethini takip eden asrın ortalarından itibaren tüm batı ve doğu dünyasında “Türkiye” manasına gelen isimler ile anılmaya başlamış ve bu coğrafyanın bir Türk yurdu olduğu tüm dünyaca kabullenilmişti. Türklerin Anadolu’da varlığı sadece askeri ve siyasi başarıların bir neticesi değildi. Selçuklular eliyle Türkler burada belki Orta Asya’dakinden çok daha rafinire ve özgün bir Türk kültür dünyası oluşturmuşlardı. Coğrafya kitaplarında geçen Türkiye adını fazlasıyla hak etmişti. Burada sadece siyasi boyutta değil dili ile edebiyatı ile mimarisi ve kültür hayatı ile canlı özgün ve zengin bir Türk kültür coğrafyası oluşmuştu. Anatolia yani Anadolu tanımı bugün anladığımız coğrafyanın tamamını ifade edilmez iken Türkiye tanımı bütün yarım adayı tanımlayan bir kavram olmuştu. Böylece Coğrafyayı tek bir kültür yurdu haline getiren de Türkler olmuştu.
Kaynakçalar
Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, (1943). Selçukî devletleri tarihî, aksaraylı Kerimeddin Mahmud’unMüsameret-al-ahyar adlı Farsça Tarihinin Tercümesi, (Çev., M. N. Genç Osman önsöz ve notlar F. N. Uzluk), Ankara: TTK Basımevi. Alexiad, A. K. (1996). Malazgirt’in sonrası, (Çev. B. Umar), İstanbul: İnkılâp Kitabevi. Alpaslan, İ. (1984). Ağrı Anadolu’nun giriş kapısı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: Ayyıldız Matbaası. Aşan, M. B.( 1989). “Doğu Anadolu ve Malazgirt’in tarihi coğrafyası”, Anadolu’nun Kapısı Malazgirt, Malazgirt Sempozyumu Bildirisi, Muş. Aşan, M. B.(1989). Elazığ, Tunceli, ve Bingöl illerinde Türk iskân izleri xı. ve xıı. yüzyıllar, Ankara: TKAE Yayınları. Atçeken, Z. ve Bedirhan. Y.(2004). Malazgirt’ten vatana anadolu Selçuklu tarihi, Konya: Eğitim Kitabevi. Augustinos, G. (1997). Küçük Asya Rumları, (Çev. Devrim Evci), Anakara: Ayraç Yayınevi. Azimî Tarihi, (1988). (Selçuklular dönemiyle ilgili bölümler: H.430- 538), (Çev., Ali Sevim), Ankara: TTK Yayınları. Baştav, Ş. (1941). “Sabirler”, Belleten C. 5, S.17-18, Ankara: TTK Yayınları. s.60-62. Belazuri, (1932). Fütuh’ül-buldan, (Neşr. R. M. Rıdvan), Kahire. Bilge, A, (1971). Anadolu’nun Türkleşmesi, İslâmlaşması ve aramızdaki Rumlar tarihi, Konya: Ülkü Basımevi. Bodmer, J. P. (2001). “SelçuklularAnadolu’da”, cogito- Selçuklular- Üç Aylık Düşünce Dergisi, S. 29, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.33-46. 230 Brooks, E. W. (1957). “The Successors of heraclius”, CMH II Cambridge, s.391–417. Cahen, C. (1984). Osmanlılardan önce Anadolu’da Türkler, (Çev., Yıldız Moran), İstanbul: E Yayınevi. Cahen, C. (1992). Türklerin Anadolu’ya ilk girişi (XI. Yüzyılın İkinci Yarısı), (Çev. Yaşar Yücel-Bahaeddin YediYıldız), Ankara: TTK yayınları. Cahen,C.(1955-1956).Estce Quelesetats Seldjouki desetatientd esetats feoda ux? (Selçuklu devletleri feodal devletler miydi?), (Terc. Lütfi Güçer), İktisat fakültesi Mecmuası, C.17, İstanbul, s. 348-358. Gregory Abul Farac, (Bar Hebraeus). (1987)..Abû’l- Farac tarihi, Syriacum, nşr., P.Bedyan, Paris 1890; (Trc., Ömer Rıza Doğrul), Abû’l- Farac Tarihi, C.I-II, Ankara: TTK. Yayınları. Gül, M. (2010). Orta çağlarda doğu ve güneydoğu Anadolu, İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yaynevi. Güzel, A. ve Seferoğlu, Ş. K. (1986). “İslamiyet’e Anadolu’da giren Türkler”, Milli Kültür,., S.54, Ankara: KTB Yayınları. H. Hüsameddin, (1929-1932). Amasya tarihi, II, İstanbul. Honigman, E. (1970). Bizans Devleti’nin doğu sınırı, (Terc.F.Işıltan), İstanbul: İÜEF Yay. İbnü’l Esir. (1987). El-Kamilfi’t tarih, (Trc. Abdulkerim Özaydın), Bahar Yay., C. X. İstanbul. İmad Ed- Din El- Katip El Isfahani. (1999). Zubdat AL-Nuşra ve Nuhbat AL’Usra (trk. Trc. Kıvameddin Burslan), Irak ve Harasan Selçukluları tarihi olarak (nşr M. Th. Houtsma), (2. baskı), Ankara: TTK Yayınları. İpek, A. (2002). “Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya ilk Türk akınları”, Yeni Türkiye 44, Türkoloji ve Türk Tarihi II, Sayı: 44, Ankara, s. 28. Kafalı, M.(1997). Anadolu’nun fethi ve Türkleşmesi, Ankara: AKM Yayınları. Kafalı, M.(2002).“Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması”, (Editör Hasan Celal Gü- zel), Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. Kafesoğlu, İ.(1972). Selçuklu tarihi, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Kaplanoğlu, R. (2000), Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, No:7, İstanbul: Avrasya Etnografya Vakfı Yayınları. Koca, Salim, “Diyâr-ı Rûm”un (Roma Ülkesi=Anadolu) “Türkiye” Hâline gelmesinde Türk kültürünün rolü”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 1, Konya. 231 Köymen, M. A. (1962). “Anadolu’nun fethi ”, 1961 Yılı DİB. Dergisi, Ankara. Köymen, M. A. (1963). Köymen, Mehmet Altay, Selçuklu Devri Türk tarihi, Ankara: Ayyıldız Matbaası. Köymen, M. A. (1976). Köymen, M. A. (1986). “Selçuklular veAnadolu’nun Türkleşmesi meselesi”, Selçuklu Dergisi, Selçuk Ünv. Selçuklu Araştırmaları Merkezi, S:1, Konya. Kurat, A. N. (1937). “Peçenekler”, İA. C. IX, İstanbul, s. 44-64. Ostrogorsky, G. (1981). Bizans devleti tarihi, (Çev. Fikret Işıltan), Ankara: TTK Yayınları Ramsay, W. M. (1960). Anadolu’nun tarihi coğrafyası, (Çev. Mihri Pektaş), İstanbul: MEB Yayınları. René, G. (2006), Bozkır imparatorluğu, (Çev. M. Reşat Uzmen),İstanbul: Ötüken Neşriyat. Sevim, A. (1990). Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, Ankara: TTK Yayınları. Sevim, A. (2000). Anadolu’nun fethi Selçuklular dönemi, Anakara: TTK Yayınları. Sevim, A. (2011). Ünlü Selçuklu komutanları Afşin, Atsız, Artuk ve Aksungur, Ankara: TTK Yayınları. Sevim, A. ve Yücel, Y. (1989) Türkiye tarihi- Fetih Selçuklu ve beylikler dönemi, Ankara: TTK Yayınları. Sümer, F. (1999), Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay. Sümer, F. ve Sevim, A. (1988), İslam kaynaklarına göre Malazgirt savaşı (Metinler ve Çeviriler), Ankara TTK Yayınları. Şapolyo, E. B. (1972). Selçuklu İmparatorluğu tarihi, Ankara: Güven Matbaası. Şeker, M. (2007). Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması, Ankara: DİB Yay. Toksoy, A. (2002). “Doğu Anadolu’da Türk hâkimiyeti”, Yeni Türkiye 44, Türkoloji ve Türk Tarihi-II, Tarih Araştırmaları Özel Sayısı-II, Sayı: 44, Ankara, s.18. Toksoy, A. (2002). A. “Malazgirt zaferinden önce doğu Anadolu’ya yapılan Türk akınları”, Türkler Ansiklopedisi, (Editörler: Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca), C. 4, Ankara, s.678-693. Turan, O. (1969). Selçuklular tarihi ve Türk-İslâm medeniyeti, istanbul: neşriyat yurdu. Turan, O. (1993). Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul: Boğaziçi Yayınları. Urfalı Mateos (2000). Vekayi-nâmesi (952-1136) ve papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), (Türkçeye çev. Hrant D. Andreasyan), Ankara: TTK Yayınları. Wittek, P. (1944). Menteşe beyliği, (Trc.Şaik Gökyay), Ankara: TTK. Yayınları. Yınanç, M. H. (2009). Türkiye tarihi, Selçuklular devri-I, (Yayına Sunan: Refet Yinanç), Anakara: Ekol Yayınevi. Zoroğlu, L. (2002). “Anadolu’da 1071 öncesi ilk Türk izleri”, YeniTürkiye Tarihi: 43, Türkoloji ve Türk Tarihi-I, Sayı: 43, Anakara, s. 194-197
Comments