top of page

Timur’da, Osmanlılarda olduğu türden bir gazâ-cihad anlayışı var mıydı?

  • Yazarın fotoğrafı: Editör
    Editör
  • 29 Haz 2021
  • 2 dakikada okunur

Timur’un Hıristiyanlarla çok kavgası olmadı, bu onun hayatının çizgisi ile alakalı; Çin Seferi’ne çıkamadı. Hindistan’da çok aktif olmadı. Avrasya’da ise henüz mücadele edeceği bir Rusya yoktu. Toktamış’la kavga ederek Altın Orda’yı zayıflattı. Anadolu’da Bayezid ile dalaştı. Osmanlı’nın gelişimini geciktirdi yorumu budur. İran zaten Timur’un çok kan dökerek alması gereken bir bölge değildi. İslam dünyasının diğer unsurlarıyla kavga edemedi. Bu bakımdan onun seferlerinin gazâ-cihad anlayışıyla pek ilgisi olmadığını söyleyebiliriz. Hayatı boyunca mücadeleleri Müslümanlarla oldu, istisna İzmir’dir. Bu nedenle cihangir olarak Timur’un büyük fetihlerine rağmen (ki bütün askeri hayatı da 35 senedir), çok önemli bayındırlık işleri yapmasına rağmen büyük cihad politikası güttüğünü söyleyemeyiz. Cihad faaliyeti daha ziyade Osmanlıya veya Altın Orda’ya has bir vasıf. İslam tarihinde ve İslam dünyasında Hıristiyan dünya ile bitmeyen amansız mücadele ve hatta cihad asıl önce Selçuklulara, sonra Osmanlı’ya mahsustur. Bunu Timur’da fazla görmeyiz, ama onun haleflerinde, özellikle Babür’de görürüz. Osmanlı savaş ve fetih usulü ile Timur’un askerî uygulamaları arasında bir kıyas yapıldığı zaman aralarında belirgin farklar olduğu görülüyor. Mesela Timur’un terörü kullanma noktasında herhangi bir kaygı taşımaması... Direnen şehirleri, kaleleri terörle korkutup ele geçirmek Asyai, Cengiz Han’dan kalma bir âdet. Biliyorsunuz, Cengiz Han ve ordusunun istilası çok şiddetli, süratli ve karşı konulmazdı. Gittikleri her yeri gaddarca tahrip ediyorlardı. Moğol orduları amansızdı, süvarinin hareket kabiliyeti ise 13. asır için göz kamaştıran birtakım harp aletleri ve Çin barutuyla destekleniyordu. Timurlular da çok şedit ve bir o kadar da süratli çarpışıyorlar. Çok iyi yetişmiş süvarileri var. Fil kullanıyorlar. Savaş sonunda şiddetli bir cezalandırmayla zapt ettikleri yerleri korkutuyorlar. Osmanlı’da ise bu sistem değişiyor. Bilhassa direnmeden teslim olan kalelerdeki savaşçıların ya da halkın mallarıyla ve mülkleriyle orayı terk etmesine cevaz vermek Osmanlı’ya ait bir müessesedir. Bu kelime “vira”dır. Bu tavır Osmanlı’da çok aşikârdır. Bu bir eski Roma geleneği, bir yerde de Îslamî gelenek. Cengiz Han ve takipçilerinde ise bu usul pek yok. Onlara itaat etmek, kaleyi teslim etmek yetmiyor. Orada fesadın tohumlarını görüyorlarsa mevcut ceza yöntemlerini uygulamakta hiç tereddüt etmiyorlar. Fakat şunu da belirtmeden geçmemek gerekir ki, kaleyi teslim aldıktan, yönetimi kurduktan sonra Moğollar çok geniş davranışlıdırlar. Her dine, her anlayışa izin verirler. Zaten kendileri de bu hoşgörüyü her zaman göstermişlerdir. Altın Orda hanlarının Müslümanlığı mesela. Bunlar Müslüman olmakla birlikte Hıristiyanlara karşı da son derece saygılılar, hatta Hıristiyan olan hükümdarları bile var. Ayrıca diğer dinlerin mensuplarından kız da alıyorlar. Mesela Abaka Han, İmparator Mihail Paleologos’un kızı Prenses Maria’yı almıştı. Balat’ta, Moğolların Azize Meryem Kilisesi veya Kanlı Kilise olarak da adlandırılan Maria Mouchliotissa Kilisesi vardır. Prenses Maria isyan sonrasında kocası Abaka Han öldürüldüğü için geri dönmüş ve bu kiliseyi yaptırmıştı. Moğollar, bir kağan ile evlendirilmiş olan prensesi, başkasıyla evlenemeyeceği için geri göndermişlerdi.

Comments


bottom of page