Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına Nasıl Girdi?
Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girişi “oldubittiyle” değil, “zorunlu” diplomatik tercihle olmuştu.
Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’na girişinin bir “oldubittiyle” gerçekleştiği iddialarını eskiden beri duyarız. Burada özellikle de İttihâdçı liderlerden Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemâl Paşa doğrudan itham edilerek, her hangi bir diplomatik ve siyasî mülâhaza olmadan alınan “şahsî” bir kararla Osmanlı Devleti’ni Almanya’nın peşi sıra savaşa “sürükledikleri”; neticesinde alınan mağlubiyetle devletin “parçalanmasına” neden oldukları iddiasıyla itham edilirler ve böylece doğrudan suçlanırlar. Bu tür iddialar ve yorumlar sıkça dile getirilir.
“Acaba gerçekten de ilgili süreç bu şekilde mi cereyan etmişti?” Daha da önemlisi “her hangi bir diplomatik görüşme veya pazarlık olmaksızın ve devletin menfaatleri dikkate alınmaksızın Osmanlı Devleti Almanya’nın bir kulpu olarak mı bu savaşa sürüklenmişti?” Tarihî belgelerden ve verilerden hareket edilerek bu ve benzeri sorulara cevap vermeye çalışacağız.
Makalenin sonunda söyleneni, sizleri fazla meraklandırmadan, bir ön tespitle şimdiden zikredelim: Hayır, Osmanlı Devleti bir oldubitti ile değil, aksine uzun süren diplomatik görüşmeler ve pazarlıklar neticesinde mevcut şartlar altında istediğini alarak Almanya’nın yanında Birinci Dünya Savaşı’na girmiştir. Bu âfâkî bir iddia değil, birinci elden tarihî verilere ve belgelere dayanan bir bilgidir ve yorumdur. Nasıl mı? Buyurun.
İttifak Arayışları ve Almanya İttifakı İçin Yoğun Diplomasi Trafiği
Osmanlı Devleti’nin ittifak arayışları Birinci Dünya Savaşı’nın çok öncesine kadar geri gider. Osmanlı devlet adamları, 1911 yılından itibaren önce İngilizlerle ve Fransızlarla ve en sonunda Ruslarla ittifaklar yapmak istemişti. Fakat bunlar ısrarla Osmanlı ittifak tekliflerini reddetmişlerdi. Bundan dolayı Osmanlı Devlet adamları Almanya ile ittifak anlaşması yapmaya mecbur kalmışlardı. Nitekim 22 Temmuz 1914 tarihinde bizzat Harbiye Nâzırı Enver Paşa’nın Almanya ile başlattığı ittifak görüşmeleri ancak 2 Ağustos 1914’te anlaşma ile neticelenmişti. Bu arada Osmanlı devlet adamlarının, Almanya ittifakının sonrasında dahi Rusya ile yeniden ittifak yapılması teşebbüsünde bulunduklarını zikretmek gerek. 5-14 Ağustos 1914 tarihlerinde bizzat Dâhiliye Nâzırı Talat Paşa, son bir kez daha Rusya’ya ittifak teklifi yapmıştı. Fakat Ruslar, İstanbul’u doğrudan almak varken neden Türklerle ittifak yapalım diyerek bu son teklifi de reddetmişlerdi.
Netice itibarıyla dönemin Osmanlı devlet adamları, İtilâf Devletleri ile müttefik olmak istemiş ve son ana kadar da bunda ısrarcı olmuşlardı. Bu devletlerin Osmanlı’yı müttefik olarak kesinlikle istememeleri üzerine mecburen Almanya’ya yönelmişlerdi. Eğer bunlar Osmanlı hakkında olumlu düşünselerdi zaten ittifak tekliflerini kabul ederlerdi. Fakat henüz daha başlangıçta Osmanlı tekliflerini ısrarla reddederek âdeta Almanya’nın yanına itmişlerdi. Osmanlı mirası üzerine patlak veren bu savaşta tarafsız kalınamayacağını gören Osmanlı devlet adamlar, bu gerçeği görerek mecburen Almanlarla ittifak yapmak istemişlerdi. Ayrıca şu gerçeği de görmek gerekiyor, takriben 1835’ten itibaren başlayan ve özellikle de 1882’de artan Osmanlı/Türk-Prusya/Alman askerî işbirliği bu ittifak için zaten ciddî bir zemin hazırlamıştı. Sonuçları itibarıyla Türk-Alman ittifakı öyle oldubittiyle değil, aksine çok ciddî bir zeminde cereyan askerî ilişkiler ve yoğun bir diplomatik görüşmeler neticesinde gerçekleşmiştir.
İngilizlerin Sözde Takibindeki Göben ve Breslau İstanbul’da
Bu iki Alman savaş gemisiyle alakalı gelişmelere geçmeden önce, Akdeniz’deki Alman savaş gemilerinin İngilizlerin kovalamasından “kaçarak” “mecburen” İstanbul’a geldikleri iddialarının da aynı şekilde doğru olmadığını; bunların planlı bir hareketle önce İstanbul’a geldiklerini ve ardından yine aynı plan çerçevesinde Karadeniz’e açıldıklarını iddia ediyoruz.
Amiral Wilhelm Souchon komutasında Akdeniz’de bulunan Alman Donanması, ittifak anlaşmasının imzalanmasından iki gün sonra 4 Ağustos 1914’te “hemen İstanbul’a gidin” emrini almıştı. Nitekim aynı gün Akdeniz’deki Fransız hedeflerine saldıran Göben ve Breslau’nın da aralarında bulunduğu Alman Donanması İstanbul’a gitmek üzere hareket etmişti. Akdeniz’deki üstün güç olan İngiliz Donanması ise ilk iş olarak Cebel-i Târık Boğazı’nı kapatmış ve Alman gemilerini takibe başlamıştı. Almanlar, 5 Ağustos’ta Sicilya Messina’daki İngiliz şirketinden kömür alarak gizlice İstanbul’a doğru yola çıkmışlardı. Kendilerini takip eden İngilizlerle ufak bir çatışmaya girmelerine rağmen bunları atlatmasını bilmişler ve 10 Ağustos’ta Çanakkale önlerine ulaşmışlardı. Harbiye Nâzırı Enver Paşa bu gemilerin Çanakkale Boğazı’ndan geçmelerine izin vermesiyle gemiler 12 Ağustos’ta İstanbul’a gelmişlerdi.
Bu şekilde Alman savaş gemilerinin henüz daha savaşa dâhil olmamış Türkiye’nin karasularına girmesini İngiltere, Fransa ve Rusya sert bir şekilde protesto etmişlerdi. Bunun üzerine bu gemiler Türkiye tarafından satın alındığı ilan edilmişti. Fakat bu gemilerin hileli bir şekilde satın alınması bu devletleri susturmaya yetmişti.
Almanların, Türklerin Rusya’ya Saldırmaları İçin Baskıları
Bu aşamada istediklerini alan Almanlar, savaş gemilerinin Karadeniz’e bir an önce açılarak Rus hedeflerine saldırması ve Türkiye’nin savaş girmesi için çalışmaya başlamışlardı. Aslında Almanların bu yöndeki niyetlerinin çok daha öncesine gittiğini zikretmek gerek. Örneğin henüz daha ittifak anlaşmasının imzalandığı gün, yani 2 Ağustos 1914 tarihinde Alman Genelkurmay Başkanı von Moltke, “Türkiye Rusya’ya hemen savaş ilan etmelidir” görüşünü dile getirmişti. Ardından benzer isteği diğer Alman yetkililer de ifade etmişlerdi.
Harbiye Nâzırı Enver Paşa da Almanların bu düşüncesinden çok öncesinde haberdar olmuştu. Berlin’deki Osmanlı Askerî Ataşesi Cemil Bey, ittifak anlaşmasından bir gün sonra 3 Ağustos’ta Enver Paşa’ya gönderdiği telgrafta, Alman Genelkurmay Başkanı ve Harbiye Nâzırı ile yaptığı görüşmede, Göben zırhlısının donanmayla birlikte Karadeniz’e “hareketine belki müsaade edeceği”ni yazmıştı. Bu bilgiden, Türk tarafının da Alman savaş gemilerinin İstanbul’a gelmelerinin gerçek nedenini çok erken öğrendikleri anlaşılıyor.
Bu aşamada istediğini alan Almanlar, Eylül ayından itibaren bu yöndeki baskılarını artırmışlardı. Nitekim 17 Eylül’de yeni Alman Genelkumay Başkanı von Falkenhayn, Alman Askerî Heyeti Başkanı von Sanders’e gönderdiği telgrafta, “Türkiye’yi hemen saldırmaya hareket ettirmek için bütün imkânlarınızla Amiral Souchon’u ve Usedom”u etkileyin” isteğinde bulunmuştur. Bunun üzerine İstanbul’daki Alman yetkililer bu isteği gerçekleştirmek için Osmanlı devlet adamlarını baskıya almışlardı. Hatta bunun için 18 Eylül’de Sadrazam Said Halim Paşa’nın konağında bir toplantı yapılmış ve fakat Sadrazam bu isteğe karşı çıkmıştı. Bu şekilde Osmanlı tarafı, Almanların bu isteklerini mümkün olduğunca ertelemeye çalışarak pazarlık paylarını artırmaya gayret ediyorlardı.
Türkler ile Almanlar arasındaki görüşmeler ve pazarlıklar en sonunda neticelenmiş ve Enver Paşa 22 Ekim’de Amiral Souchon’a gerekli emri yazılı olarak vermişti. 25 Ekim’de ise bu kez Bahriye Nâzırı Cemâl Paşa da benzer emri tevdi etmişti. Bu şekilde gerekli izinleri alan Amiral Souchon 27 Ekim’de Karadeniz’e açılmıştı.
Rusların, Karadeniz Saldırısını Bir Ay Öncesinden Öğrenmesi
Çok önemli bir bilgi, Almanların Karadeniz’deki Rus hedeflerinin bombalanarak Türkiye’nin savaşa girmesini sağlanmasına dair bu teşebbüsleri, Eylül ayının başından itibaren Ruslar tarafından öğrenildiği şeklindedir. Rus Büyükelçiliği, İstanbul’daki haber kaynaklarından topladığı bu tür haberleri düzenli olarak Sivastopol’a göndermekteydi. Almanların böyle bir saldırı niyetlerini kesin olarak 19 Eylül’de öğrenmişlerdi. 28 Ekim’de ise “Türklerin âniden saldırıya geçeceği” haberi gelmişti. Hatta Rus gazeteleri dahi bu saldırıyı “haftalar öncesinde” yazmışlardı.
Fakat Ruslar bu saldırı haberini takriben bir ay öncesinde almalarına rağmen her hangi bir hazırlık yapmamışlardı. Rus Genelkurmay Başkanı Nikolayoviç, Donanma Komutanı’ndan Türk savaş gemilerinin Karadeniz’de karşılanmasını “strateji” gereği “yasaklamış”tı. Bunun üzerine Amiral Sivastopol’a geri dönmüştü. Yine Ruslar, Türklerin Karadeniz’e açıldıklarını bildikleri hâlde mayın gemisini Yalta’dan Odesa’ya göndermişlerdi. Bu şekilde Ruslar, Türklerin Karadeniz’deki saldırılarını kolaylaştırmışlardır.
Sonuçları itibarıyla Amiral Souchon’un emrindeki Türk savaş gemileri ile 29 Ekim’de Karadeniz’deki hedeflere saldırarak 31 Ekim’de İstanbul’a geri dönmüştü. Bunun üzerine Rusya 2 Kasım’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiş ve bunu diğer devletler takip etmiştir. Bu şekilde Almanlar, istediklerini elde etmişler ve Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girmiştir.
Sonuç
Tekrar başa dönersek, girişte de ifade ettiğimiz üzere, Akdeniz’de bulunan Alman savaş gemilerinin önce İstanbul’a gelmesi, ardından da Karadeniz’e açılması ve nihayet Rus hedeflerine saldırarak Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesine neden olması ne Almanlar, ne Türkler; ne İngilizler ve ne de Ruslar için bir sürprizdi. Bütün taraflar bu sürecin başından beri bu şekilde cereyan etmesine bile bile göz yummuşlardı. Bu bir iddia değil, dönemin kaynaklarında geçen yukarıdaki tarihî bilgilerden çıkan sonuçtur. İlgili belgelerde de geçtiği üzere, Almanlar ve Tükler 2-3 Ağustos’tan itibaren Göben ve Breslau zırhlılarının İstanbul’a gelmelerinin nihaî gerçek nedenini biliyorlardı. İngilizler ise, bu iki geminin İstanbul’a ulaşmasını gerçekten engellemek istememişlerdi. Bir şekilde Türkiye’nin Almanya’nın yanında savaşa girmesine kadar devam edecek sürece göz yummuşlardı. Rusya ise, Karadeniz’e yapılacak saldırıları çok net bir şekilde en geç Eylül ayı itibarıyla öğrenmiş ve Karadeniz’de gerekli tedbirleri almayarak bu saldırıya âdeta çanak tutmuştu.
Bu gelişmeyi Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı’na girmesine neden olan Japonların Pearl Harbor Baskını’na bir benzetebiliriz. Bilindiği üzere Amerikalılar bu saldırıyı önceden haber aldıkları hâlde bir tedbir almamışlar ve saldırıdan mağdur taraf olarak savaşa girmeye meşru bir nedenin oluşmasını sağlamışlardı. Karadeniz Baskını’nda da aynı şekilde Ruslar öncesinde haber aldıkları hâlde her hangi bir tedbir almayarak bu saldırıyı kolaylaştırmışlar ve bu şekilde Türkiye’nin Birinci Cihan Harbi’ne girmesine göz yummuşlardı.
Özetin özeti Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi bir oldubitti ile gerçekleşmemiş; aksine o günkü savaş sürecinin bir gereği ve diplomasisi sonucu vuku’ bulmuştur. O günkü konjonktürde ve gelinen noktada Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında savaşa girmesinden başka bir şansı kalmamıştı. Osmanlı devlet adamları da bu gerçeği gördükleri için bu sürecin böyle cereyan etmesini aldıkları kararlarla sağlamışlardı. Osmanlı Devleti’nin neden başka bir şansının kalmadığını, devamı diğer makalede ele almak istiyoruz. Ayrıca Alman ile yapılan ittifakın daha sonrası için olumlu sonuçlara neden olduğunu da iddia edebiliriz. Nasıl mı? Bunu da sonrasına bırakalım.
Kaynakçalar
Alman Askerî Arşivi, BMA, M 156/3, 2-18.
Necmettin Alkan, “Alman Kaynaklarına Göre Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na Girmesi”, Zekeriya Türkmen (Yay.), 1914'ten 2014'e 100'üncü Yıldönümünde Birinci Dünya Savaşı'nı Anlamak, 20-21 Kasım 2014 Uluslararası Sempozyum Bildirileri Kitabı, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul 2015, ss. 157-177.
Wilhelm Souchon, “Der Durchbruch S.M. Schiffe “Goeben” und “Breslau” von Messina nach Dardanellen”, Eberhard von Mantey (Yay), Auf See Unbesiegt, Münih 1921.
コメント