Kapitalizmin Aynası: Marx ve Engels’in Ebedi Soruları
1848 yılının Şubat ayı, Avrupa’da devrimlerin kıvılcım aldığı bir dönemdi. Krallıklar sarsılıyor, işçiler sokaklara dökülüyor, sanayi devriminin dumanı gökyüzünü kaplıyordu. İşte bu kaotik atmosferde, Karl Marx ve Friedrich Engels, Londra’da bir araya gelerek tarihin en etkili siyasi metinlerinden birini yazdı: Komünist Manifesto. “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor - komünizm hayaleti,” cümlesiyle başlayan bu eser, sadece 23 sayfa olmasına rağmen, modern dünyanın şekillenmesinde devasa bir rol oynadı. Peki, bu metin neyi anlatıyor, neden bu kadar önemli ve 2025’te bize hâlâ ne söylüyor?

Tarihsel Sahne: 1848’in Fırtınası
Komünist Manifesto’nun doğduğu 1848, tesadüf değil. Avrupa, “Baharı Milletler” olarak bilinen devrim dalgasıyla çalkalanıyordu. Sanayi devrimi, kasaba ve köylerden kentlere göçü hızlandırmış, fabrika işçileri -yani proletarya- yeni bir sınıf olarak ortaya çıkmıştı. Ancak bu sınıf, sefalet içinde yaşıyordu: 12-16 saatlik çalışma günleri, açlık sınırındaki ücretler, çocuk işçilerin sömürüsü ve barınma krizi. Öte yanda, burjuvazi -fabrika sahipleri, tüccarlar, kapitalistler- servetlerini katlıyordu. Marx ve Engels, bu eşitsizliği tarihsel bir çerçevede analiz etti: Toplumların evrimi, sınıf mücadelelerinin bir sonucuydu. Feodalizmden kapitalizme geçiş, bir sömürü düzenini diğeriyle değiştirmişti sadece.
Manifesto, bu bağlamda bir manifesto olmanın ötesinde, bir tarih felsefesi sunuyor. “Şimdiye kadarki tüm toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir,” diyor Marx ve Engels. Köle-efendi, serf-bey, işçi-burjuva… Her çağ, kendi antagonistlerini doğurmuş ve bu çelişkiler, toplumsal dönüşümleri tetiklemişti. Kapitalizm de istisna değildi; kendi mezar kazıcılarını, yani proletaryayı, yaratıyordu.
Manifestonun Kalbi: Kapitalizm Eleştirisi ve Komünist Vizyon
Marx ve Engels’in kapitalizm analizi, manifestonun en çarpıcı bölümü. Onlar, kapitalizmin müthiş bir üretkenlik yarattığını kabul ediyor: “Burjuvazi, yüz yıldan kısa bir sürede, önceki tüm nesillerin toplamından daha büyük ve muazzam üretim güçleri yarattı.” Buhar makineleri, demiryolları, fabrikalar… Ama bu ilerleme, kimin içindi? Burjuvazi, kâr hırsıyla işçileri makinenin bir dişlisi haline getirirken, emeğin ürününe el koyuyordu. Üretim araçlarının özel mülkiyeti, bu sömürünün temel taşıydı.
Manifesto, bu düzeni yıkmayı öneriyor. Çözüm, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve üretim araçlarının toplumsallaştırılması. İşçi sınıfı, devrim yoluyla iktidarı ele alacak, burjuvaziyi devirecek ve sınıfsız bir toplum kuracaktı. “Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur,” diyor manifesto, ve ekliyor: “Kazanırsa, tüm dünyayı kazanır.” Bu, sadece ekonomik bir dönüşüm değil, aynı zamanda insan ilişkilerinin yeniden inşa edilmesi demekti: Rekabet yerine dayanışma, bireycilik yerine kolektivizm.
Manifesto’nun Çağrısı ve Etkileri
Komünist Manifesto, bir analizden çok bir eylem çağrısıydı. “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” sloganı, ulusal sınırları aşan bir dayanışma hayalinin simgesi oldu. 1848’de Komünist Birlik adına yayımlanan bu metin, kısa sürede Avrupa’da yankı buldu. 19. yüzyıl boyunca sosyalist hareketler, işçi sendikaları ve devrimci örgütlenmeler, manifestodan ilham aldı. 1917’de Rusya’da Bolşevik Devrimi, Marx’ın fikirlerinin somut bir denemesiydi. Çin, Küba, Vietnam gibi ülkelerde komünist rejimler kuruldu. Manifesto, bir fikir olmaktan çıkıp tarihsel bir güce dönüştü.
Ancak bu pratikler, Marx’ın vizyonunun sınandığı yerler oldu. Sovyetler Birliği’nde bürokratik bir diktatörlük, Çin’de tek parti yönetimi, Küba’da ekonomik zorluklar… Komünizmin uygulamaları, manifestonun vaat ettiği özgürlük ve eşitlik idealinden sıkça saptı. Bu, Marx’ın teorisinin eksik veya yanlış olduğu anlamına mı geliyor? Yoksa sorun, insan doğasında mı yatıyor? Bu sorular, hâlâ tartışılıyor.
2025’te Manifesto: Hâlâ Geçerli mi?
Bugün, 21 Şubat 2025’te, Komünist Manifesto’yu elimize aldığımızda, hem tanıdık hem de uzak bir dünya görüyoruz. Kapitalizm, Marx’ın zamanından beri şekil değiştirdi: Teknoloji devrimi, küreselleşme, finansal piyasaların hâkimiyeti… Ama eşitsizlik azalmadı. Dünya Bankası verilerine göre, küresel servetin yarısından fazlası, nüfusun %1’inin elinde. Otomasyon, işçileri işsiz bırakırken, gig ekonomisi yeni bir “prekarize proletarya” yarattı. Marx’ın “sömürü” dediği şey, belki fabrika zemininden silikon vadisine taşındı, ama hâlâ var.
Öte yandan, manifesto’nun çözümleri bugüne ne kadar uyar? Özel mülkiyetin kaldırılması, dijital çağda nasıl uygulanır? Sınıfsız toplum, yapay zekâ ve robotların yükseldiği bir dünyada ne anlama gelir? Marx, kapitalizmin krizlerini öngördü -2008 finans krizi, pandemi sonrası ekonomik çöküşler- ama alternatifinin detaylarını çizmedi. Belki de manifesto’nun gücü, bir yol haritası sunmasından değil, rahatsız edici sorular sormasından geliyor.
Son Söz: Zincirler ve Cesaret
Komünist Manifesto, 177 yıl önce yazılmış bir metin, ama sesi hâlâ kulaklarımızda. Marx ve Engels, bize şunu soruyor: Toplumun çarkları kimin için dönüyor? Kim kazanıyor, kim kaybediyor? Ve en önemlisi, bu düzeni değiştirmek için ne kadar cesuruz? “Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur,” diyorlar. Peki, bizim zincirlerimiz neler? Kariyer kaygıları, tüketim alışkanlıkları, konfor alanlarımız… Belki de manifesto, bize aynayı tutmaya devam ediyor: Zincirlerimizi fark etmek, değişimin ilk adımıdır.
Comentarios