top of page

İlk Büyük Türk Denizcisi: Çaka Bey

İlk Türk denizcisi Çaka Bey’in tarih sahnesine çıkışını 10. yüzyılın ikinci yarısında Yengikent’ten Cend’e giderek burada Büyük Selçuklu devletinin temellerini atan Oğuzların Kınık boyuna mensup Selçuk Bey’in göçü ile başlayan sürecin sonuçları arasında görmek gerekir. Onun gerek tarihe damgasını vurduğu coğrafya, gerek tarihî etkinliğini icra ettiği çağ ve bu çağın ruhuna renk veren zemin, Selçuklu devrinin belirlediği, şekil verdiği bir zemindir. Bu açıdan bakıldığında, Çaka Bey’in ve ortaya koymuş olduğu tarihî mirasın belli açılardan Selçuklu bakiyesi ve büyük Selçuklu güneşinin Anadolu’ya aksettirdiği şuaların bir huzmesi olduğu söylenebilir. Nitekim Anadolu coğrafyasının Selçukluların yükselişine paralel olarak Türklerin hâkimiyet gergefine dâhil olması da bu durum ile alakalıdır. 1050’li yılların ortalarında Bağdat’ta Sünnî Abbâsî Halifesi’ni himâye altına alarak İslâm dünyasının siyasî liderleri olduklarını tescil eden Selçuklular, özellikle Malazgirt Savaşı’ndan sonraki süreçte Anadolu sathını adeta bir kızıl elmaya dönüştürmüşlerdir.

Malazgirt Savaşı’ndan önce bir tür tanıma teşebbüsü olarak temayüz eden Anadolu’ya dönük Selçuklu akınları, savaşın ardından külliyetli bir ileri harekât biçimini almıştı. Bu ileri harekâtı sistematik hale getiren şey, Malazgirt zaferinden sonra Sultan Alparslan ile Bizans İmparatoru Romanos Diogenes arasında imzalanan anlaşmanın, İmparatorun tahtından indirilmesi ile geçersiz kılınması oldu. İstanbul’un yeni idaresi tarafından ortaya konulan bu refleks, Selçukluların Anadolu’ya olan bakışlarına nihaî şeklini veren bir motivasyon işlevi gördü. Rivayete göre Sultan Alparslan, “bugünden itibaren Romalılarla akdedilmiş dostluk ve ittifak yemini çözülmüş oldu. Bundan sonra haça tapınan bütün milletler kılıçla mahvedilecek ve bütün Hıristiyan milletler esaret altına alınacaktır” şeklindeki sözleri ile yarımadanın fethine dönük büyük harekâtın ilk emrini verdi. Sistematik gazâlar şeklinde icra edilecek olan bu ileri harekât, kuşkusuz Bizanslılara karşı bir girişim olması münasebetiyle doğal olarak bir cihâd perspektifine dayanıyordu. Türkiye tarihinin kaynaklarından biri olan Dânişmendnâme’de yer alan kayıtlara bakılırsa, Sultan Alparslan’ın söz konusu emri ile Anadolu’yu fethe çıkan gazî Türkmen beyleri içerisinde yazımızın konusunu teşkil etmekte olan Çaka Bey de vardı. Sonraki yılların büyük Türkmen amiralinin tarih sahnesine çıkışı kaynaklar üzerinden takip edilebildiği kadarıyla bu şekildedir.


Malazgirt Savaşı’ndan sonraki süreçte Anadolu’ya gazâlarda bulunan ve Akdes Nimet Kurat tarafından Dânişmendnâme’de adı geçen Çavuldur Çaka ile aynı kişi olabileceğine işaret edilen Çaka Bey, bugün kesin olarak bilemediğimiz, lâkin 1078 senesinden önceki bir tarihte, giriştiği bir mücadele esnasında, kendi ifadeleriyle, “bir zamanlar Asya (Anadolu)’da hep yiğitçe dövüşerek, akınlar yaparken tecrübesizliğin kurbanı olarak” Bizanslı kumandan Aleksandros Kabalikos’a esir düştü. Bununla birlikte, hiç kuşkusuz asil soydan geldiği için sıradan bir tutsak muamelesine tabi tutulmamış ve bizatihi İmparator Nikephoros Botaneiates’in (1078-1081) kendisine hizmet etmek üzere saraya armağan edilmişti. Bu hadise, Çaka Bey’in kişisel tarihi açısından bir dönüm noktası oldu. İmparator tahta çıkarken Türkiye Selçuklu Devletini kuran Süleymanşah’ın desteğini almıştı ve bu dönemde halen Bizans sarayında güçlü bir Selçuklu nüfuzu hissedilmekteydi. Kendisine armağan edilen kıymetli esire tutsak muamelesi yapmayan İmparator Nikephoros Botaneiates, ona yalnızca iltifatlarda bulunup değerli hediyeler bahşetmekle kalmadı, aynı zamanda kendisini Bizans soyluları tarafından kullanılan önemli unvanlardan biri olan Protonobilissimos (En soyluların birincisi) ile de taltif etti. Kendisine oldukça rahat koşullara sahip olduğu anlaşılan bir hayat sunulan Çaka Bey, bu yaban ülkenin yaban sarayında 1081 yılı Nisanına kadar ikamet edecekti.


Selçuklu etkisinin güçlü bir biçimde hissedildiği rahat bir ortamda kendisine sunulan bu imkânları değerlendiren Çaka Bey, İstanbul’da kaldığı süre zarfında Grekçeyi öğrenmekle kalmamış, aynı zamanda Bizans devlet teşkilatı hakkında, sonraki dönemlerde kendisine yarar sağladığı kesin olan bilgiler edinerek kendisini geliştirmişti. Bu haliyle değerlendirildiğinde, kendisini yeterince geliştirip Bizans idaresinde etkili bir konuma gelebilecek bir yabancıya benziyordu. Hem o dönemde hem de daha önce ve sonra Bizans’a hizmet ederek devlet bürokrasisinin basamaklarını hızlı bir şekilde tırmanan Türklerin sayısı hiç de az değildi. Muhtemeldir ki, bu dönemde yanında bulunanların pek çoğu onun için aynı geleceği öngörüyorlardı. Kendisi bu konuda tam olarak ne düşünüyordu bilinmez, fakat kaderinde böyle bir gelecek yoktu. Tarih ve talih ona bambaşka, hiç kimsenin aklında olmayan bir rol biçecekti.


4 Nisan 1081’de yeni Bizans imparatoru olarak taç giyen Aleksios Komnenos’un daha önceki hükümdar döneminde verilen bütün unvan ve imtiyazları iptal etmesi, Çaka Bey’in hayatı için de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Alınan karar çerçevesinde kendisine verilmiş olan soyluluk unvanı geri alınan Türk beyi, eski imparatora olan yakınlığından dolayı hayatını tehlikede gördüğü için İstanbul’dan ayrıldı ve akrabalarının yaşamakta olduğu İzmir’e gitti. Anadolu’nun önemli merkezlerinin Selçuklular ve onlara bağlı Türkmen beyleri tarafından fethedilmekte olduğu bu dönemde yeni imparator Aleksios Komnenos’un devlet idaresindeki otoritesini tesis etme önceliği ve Balkanlarda Peçenekleri durdurma zorunluluğu, Çaka Bey’e, Türk nüfusu meskûn bulunmakla birlikte çevresi Bizans egemenliğinde olan İzmir’de büyük fırsatlar sunuyordu. Bölgede yeni bir Türk yükselişinin fitilini ateşleyecek olan Çaka Bey, söz konusu fırsatları kullanma noktasında becerisini ortaya koymakta gecikmedi.


İzmir merkezli bir siyasî teşekkül oluşturabilmek için evvela denizlere hâkim olunması gerektiğinin bilincinde olan Çaka Bey, donanma inşasına dönük ilk adımlarını da bu bilinç çerçevesinde attı. Bizanslılara karşı askerî mücadeleye girmeye hazır olduğuna karar verdiğinde, kırk parçadan meydana gelen nispeten güçlü bir donanmanın sahibi olmuştu bile. Askerî mücadele için gerekli hazırlıkları tamamlayarak harekete geçtiği sıralarda Bizans İmparatorluğu halen Balkanlardaki gailelerle meşguldü. Mevcut durumu kendisi açısından siyasî bir kazanıma dönüştürmeyi başaran Çaka Bey, kısa süre içerisinde Urla, Foça ve Midilli’ye hâkim oldu. Bu ilk başarılarının üzerinden fazla zaman geçmiş değildi ki, bu fetihleri diğerleri takip etti.


Gerek meydana getirdiği dikkate değer askerî gücü verimli kullanması, gerekse Bizans İmparatorluğu’nun içerisinde bulunduğu zafiyet durumunu fırsata çevirmesi dolayısıyla kısa sürede elde ettiği başarılar Çaka Bey’i tatmin etmeye yetmemişti. Yalnızca elindeki donanma kuvveti ile bunu başaramayacağını biliyor olsa da, nihaî hedef olarak gözünü İstanbul’a dikti. Bir sonraki adımı bu çerçevede şekillendi ve büyük Türkmen denizcisi, İzmir ve havalisinde meskûn bulunan soydaşlarından meydana getirdiği bir kara gücü oluşturma yoluna gitti. O sadece bu kadarla da kalmadı. Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a inen ve o dönemde Doğu Roma İmparatorluğunu tehdit ederek Bizans’a çok zor anlar yaşatan bir başka Türk topluluğu, Peçenekler ile de temasa geçti. Çaka Bey’in elçilerini büyük bir memnuniyetle karşılayan ve kendilerine iletilen ittifak teklifini iştiyakla kabul eden Peçenekler, aynı zamanda soydaşları da olan yeni müttefikleri ile birlikte İstanbul’a yürüme hazırlıklarına giriştiler. Fakat iki taraf arasında üzerinde ittifak edilen anlaşma ölü doğdu. Tıpkı Peçenekler gibi Balkanlara inen bir başka Türk topluluğu olan Kumanların Bizanslılar tarafından ikna edilerek Peçeneklere karşı silah olarak kullanılması, Çaka Bey ile Peçenekler arasındaki ittifakın hayata geçirilmesine mani oldu. Çaka Bey’in askerleri ile birleşip İstanbul’a yürüme planları yapan Peçenekler, Kumanlar tarafından düzenlenen ve genç-yaşlı, kadın-çoluk ayrımının yapılmadığı kanlı bir katliamla sonuçlanan beklenmedik bir saldırıya maruz kalarak askerî güç ve yeteneklerini bir çırpıda yitirdiler. Bizanslılar başarılı olmuş, başkentlerini hedef alan düşmanlarının bir araya gelip etkin bir kuvvete dönüşmelerine mani olmuşlardı.


Türk soylu Çaka Bey’in Türkmenleri ile ittifak eden Türk soylu Peçeneklerin tıpkı kendileri gibi Türk soylu olan Kumanlar tarafından imha edilmesi, İstanbul’un fethine dönük planların ilk etapta akim kalmasına neden olsa da, büyük Türk amirali, önüne mukaddes bir gaye olarak koyduğu kızıl elmasından bu şekilde karşılaştığı ilk engel ile kolayca vazgeçebilecek biri değildi. Vazgeçmedi. Bizans’a karşı yeni bir Türk ittifakı tesis etmek amacıyla rotasını Türkiye Selçuklularına çevirdi. Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’a kızını vererek onunla akrabalık tesis eden Çaka Bey, İstanbul’a hâkim olmaya dönük gayesini bu sefer de bir başka hat üzerinden, doğudan gerçekleştirmeye çalışıyordu. Bu girişim, anlaşıldığı kadarıyla İstanbul’da hatırı sayılır bir tedirginlikle karşılanmıştı ki, Bizans İmparatoru iki Türk beyinin arasını bozmanın yollarını aramaya başladı. Bunun için bulduğu ilk çözüm de Sultan Kılıçarslan’a bir mektup göndererek onu kayınpederine karşı kışkırtmak oldu. İmparator Aleksios Komnenos, Selçuklu hükümdarına gönderdiği söz konusu mektupta, “Çaka Bey, İzmir’e hâkim olduktan sonra kendisine Basileus, yani “imparator” dedirterek İstanbul’u alacağını, burayı idare edeceğini iddia ediyor. Bu onun bir aldatmacasıdır. O da İstanbul’u alamayacağını, alsa da burayı idare edemeyeceğini bilir. Bu yüzden onun asıl hedefi senin toprakların, senin saltanatındır. Sana önlemini almanı tavsiye ederim.” diyerek I. Kılıçarslan’ı kayınpederine karşı şüpheye düşürmeye çalışıyordu.


İmparator’un hilesi başarılı oldu. Selçuklu Sultanı, ilerleme hattını Güney Marmara’ya, bir başka ifadeyle kendi genişleme istikametine doğru yönelttiği görülen Çaka Bey hakkında şüpheye düşerek onun hedefinin gerçekten de kendisini olduğu zannına kapılmış, onun daha fazla güçlenmesinin kendisi ve devleti açısından tehdit olacağını düşünmeye başlamıştı. Bu düşünce, siyaset perspektifini kayınpederi ile birlikte Bizans’a karşı değil, tam aksine Bizans hileleri ile kışkırtılarak akrabası, soydaşı ve müttefikine karşı kurmasına zemin hazırladı. Sonuç olarak Çaka Bey’in giderek artan kuvvetine müdahale etmek üzere harekete geçti. O sırada Abidos önlerinde bulunan Çaka Bey, kuşkusuz Bizans İmparatoru’nun mektubundan haberdar olmadığı için damadının neden üzerine geldiğini anlayamamıştı. Olan biteni öğrenmek gayesi ile Sultan Kılıçarslan’ın yanına gitti. Görünürde kendisini çok iyi karşılayan damadı, şerefine tertip ettiği ziyafet esnasında Çaka Bey’i katlettirdi. Bu şekilde Bizans İmparatoru diplomatik hile yolunu kullanarak düşmanları üzerinde bir kez daha ve zahmetsiz bir zafer elde ediyor, İstanbul’u fethetmeyi hedefleyen Türkleri birbirlerine kırdırmak suretiyle varlığını hedef alan bir tehlikeyi daha elini hiçbir riske bulaştırmadan bertaraf ediyordu.


Türk denizcilik tarihinin en önemli figürlerinden biri olmasının yanında Osmanlı öncesi dönemde İstanbul’un fethi düşüncesini adeta siyasî bir kızıl elmaya dönüştürerek bu özelliği ile devrin bütün Türkmen beylerinin arasında müstesna bir mevkii olan Çaka Bey’in katli, hiç kuşkusuz, tabir yerindeyse ömrü uzayan Bizans açısından bir sevinç vesilesi oldu. Haçlıların gelişine kadar bölgede varlıklarını sürdüren Türkmenler, I. Haçlı Seferi’nin ardından ya katledildiler ya da bu havaliden çıkarılarak Anadolu içlerine doğru sürüldüler. İzmir ancak Aydınoğlu Mehmet Bey’in 1317’de Kadife Kaleyi, oğlu Umur Bey’in 1329’da Liman Kalesini fethi ile Türk yönetimine yeniden kavuşacak ve Çaka Bey’in büyük idealinin izleri, Batı Anadolu’da kurulan Türk beyliklerinden Osmanoğulları eliyle sürülecekti.


Kaynakçalar

Alican, Mustafa, Kıyametin İlk Günü Malazgirt 1071, İstanbul 2013.

Anna Komnena, Alexiad Anadolu’da ve Balkan Yarımadası’ında İmparator Alexios Komnenos Dönemi’nin Tarihi Malazgirt’in Sonrası, Türkçe çev. Bilge Umar, İstanbul 1996.

Anzerlioğlu, Yonca, “Bizans İmparatorluğu’nda Türk Varlığı”, Türkler, VI, Ankara 2002.

Aristakès de Lastıvert, Récit des Malheurs de la Nation Arménienne, Karen Yuzbashıan’ın Rusça’dan Fransızca’ya çev. Marius Canard-Haïg Berberian, Bruxelles 1973.

Ayönü, Yusuf, “İzmir’de Türk Hakimiyetinin Başlaması”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, C.IX, Sayı 1.

Ayönü, Yusuf, Selçuklular ve Bizans, Ankara 2014.

Daş, Mustafa, “Ortaçağ’da İzmir”, İzmir Kent Tarihi, yayına haz. Gözde Emekli, vd., İzmir 2009.

Demirkent, Işın, “Komnenos Hanedanının Büyük Başkumandanı: Türk Asıllı Ioannes Aksukhos”, TTK Belleten, LX/227 (Nisan 1996), Ankara 1996.

Demirkent, Işın, “Komnenoslar Sarayında Bir Türk: Aksukhos”, XII. Türk Tarih Kongresi (12-17 Eylül 1994), Kongreye Sunulan Bildiriler, II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1999.

Demirkent, Işın, “Tatikios (Türk Asıllı Bir Bizans Kumandanı)”, TTK Belleten, LXVII/248 (Nisan 2003), Ankara 2003.

Ersan, Mehmet, “Çaka Bey’in Tarih Sahnesine Çıkışını Hazırlayan Gelişmeler”, İzmir’in Türkler Tarafından Fethi kutlamaları ve Uluslararası Çaka Bey Sempozyumu 24-26 Marz 2017 İzmir (yayınlanmamış bildiri).

Honigmann, Ernst, Bizans Devletinin Doğu Sınırı, Türkçe çev. Fikret Işıltan, İstanbul 1970.

Ioannes Zonaras, Tarihlerin Özeti, Türkçe çev., Bilge Umar, İstanbul 2008.

Kesik, Muharrem, 1071 Malazgirt Zafere Giden Yol, İstanbul 2013.

Kurat, Akdes Nimet, Çaka Bey, İzmir ve Civarındaki Adaların İlk Türk Beyi, Ankara 1966.

Kurat, Akdes Nimet, Peçenek Tarihi, İstanbul 1937.

Mehmet Ersan-Mustafa Alican, Selçukluları Yeniden Keşfetmek Büyük Selçuklular, İstanbul 2012.

Mikhael Attaleiates, Tarih, Türkçe çev. Bilge Umar, İstanbul 2008.

Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Ankara 1991.

Sümer, Faruk–Sevim, Ali, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Ankara 1971.

Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984.

Comentarios


bottom of page