top of page

Horasan'ın Peçeli Peygamberi: Mukanna' el-Horasani

Yazarın fotoğrafı: EditörEditör

İslam’ın yasakladığı her şeyi taraftarlarına helal kılarak ibadetleri kaldırdığını söyleyen Mukanna‘ ve onun hareketi, dinî bakımdan Müşebbihe ve Hulûliyye gibi sapkın fırkalar içerisinde mütalaa edilmektedir. Ancak hareketin ortaya çıktığı dönem, yayıldığı coğrafya ve etki derecesi incelendiğinde, hadisenin dinî boyutumdan çok siyasî boyutunun önem kazandığı söylenebilir. Nitekim 770’li yıllarda başlayan hareketin, Horasan ve Mevaraünnehr’in muhtelif bölgelerinde hızla yayılmasını ve uzun bir süre boyunca devam ederek bölgedeki Abbâsî idaresini oldukça müşkül bir durumda bırakmasını, sadece bölge ahalisi üzerinde oluşturduğu fikrî veya inanç eksenli bir etki ile izah etmek oldukça zordur.

z. Ömer döneminde Sasani Devleti mağlup edilerek İran coğrafyası ele geçirilmiş ve Ahnef bin Kays kumandasındaki İslam orduları, Amuderya (Ceyhun) kıyılarına kadar ulaşmıştı. Emevîler döneminde Amuderya’yı geçen İslam orduları Mâverâü'n-nehr içlerine doğru ilerledi ve fâsılalarla olsa da bölgenin hemen tamamı Emevî hâkimiyetine girdi.


Horâsân ve Mâverâü'n-nehr’in fetih sürecinde askerî ve siyasî harekâtta gösterilen başarı, bölge halkı arasında İslamiyet’in yayılması konusunda gösterilemedi. Bunun neticesi olarak gerek Emevîler ve gerekse Abbasîler döneminde, henüz İslamiyet’i kabul etmeyen veya İslamiyet’i şeklen kabul etmekle birlikte eski inanç ve kültürlerine bağlı olarak yaşamaya devam eden muhtelif grupların katıldığı çok sayıda isyan meydana geldi.


Bu isyanlardan birisi ve en çok ses getireni, Sepîd Câmegân, Mubeyyiza veya liderine nispetle Mukanna‘iyye adı verilen hareketti. Bölge halkının Arap hâkimiyetine karşı tepkisini, bölgeye has dinî, felsefî ve ideolojik bir temel üzerinde büyük bir ustalıkla oturtmayı bilen Mukanna‘, 750’li yıllarda başlattığı hareketini kısa sürede Horasan ve Mâverâü'n-nehr’in hemen tamamına yaymayı başardı. Yirmi yıla yakın bir süre devam eden isyanın etkisi öyle büyüktü ki, dönemin Abbâsî halifesi Mehdî’yi bile “İslâm’ın ortadan kalkacağı ve bütün cihana Mukanna‘ın dîninin yayılacağı” zehabına kapılacak kadar korkuttu.


Mukanna el-Horâsânî


İslam tarihi içerisinde gerek ortaya koyduğu fikirler, gerekse etkileri bakımından önemli bir dinî-siyasî hareket olan Sepîd Câmegân veya Mubeyyiza hareketinin lideri, Mukanna‘ el-Horasanî idi. Merv’in Kâze/Kâzeh (کازه) köyünde doğduğu bilinen Mukanna‘, Halîfe Ebû Ca‘fer Devânikî döneminde Emîr-i Horâsân’ın serhenglerinden biri olan Belhli Hakîm’in oğlu idi. Asıl adı et-Taberî ve Gerdîzî’ye göre Hakîm, en-Narşahî ve Bîrûnî’ye göre Hâşim bin Hakîm; İbn Hallikân, İbn Kesîr, İbn Tağrıberdî, Ebû’l-Fidâ ve ez-Zehebî’ye göre ‘Atâ; İbnü’l-Esîr ve Nüveyrî’ye göre Hâşim ve İbn Haldûn’a göre ise Hakîm ve Hâşim olup, “çok çirkin, başı kel ve bir gözü kör olmasından dolayı başını ve yüzünü daima yeşil bir örtü veya peçe (mıkna‘a-i sebz) ile örter, bu yüzden ona mukanna‘ yani ‘başını ve yüzünü örten, örtülü, peçeli’ derlerdi.” Bazı kaynaklara göre ise o, yeşil ipek bir bezle veya altın bir maske ile yüzünü örterdi.


en-Narşahî’nin verdiği bilgiye göre Mukanna‘, çamaşırcılık ile meşgul iken ilim tahsiline merak salmış ve kadîm ilimlerin birçoğunu tahsil etmişti. Ancak onun asıl ilgi alanı sihir ve büyüydü.” Ebû Müslim Horâsânî zamanında Abbâsî Devleti hizmetine girerek Horâsân serhengi olarak görev yaptı. Ancak 755’te Ebû Müslim Horâsânî’nin el-Mansûr tarafından öldürülmesinin ardından Abbasî yönetimine karşı muhalefet etmeye başladı. Bir müddet sonra o da el-Mansur’un emriyle yakalandı ve Bağdad’da hapsedildi. Bir müddet sonra hapisten kurtulup Merv’e gitti. Muhtemelen Abdu’l-cabbâr el-Ezdî’nin Abbâsîlere karşı ayaklandığı 141 (758) yılında peygamberlik, bazı iddialara göre ulûhiyet iddiasında bulunarak isyan etti.


en-Narşahî’ye göre Mukanna‘, etrafında toplanan insanlara “Benim kim olduğumu biliyor musunuz?” diye sordu. İnsanlar “Sen, Hâşim bin Hakîm’sin.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Mukanna‘ “Yanıldınız, ben sizin ve bütün âlemin Hudâsıyım. Ben kendime istediğim herhangi bir adı veririm. Allah kendisini önce Âdem’in suretiyle, sonra Nûh’un suretiyle, sonra İbrâhîm’in suretiyle, sonra Mûsâ’nın suretiyle, sonra Îsâ’nın suretiyle, sonra Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in suretiyle, sonra Ebû Müslim’in suretiyle ve sonra da benim suretimle insanlara kendini göstermiştir.” dedi. İnsanlar, “Diğerleri peygamberlik iddiasında bulunmuş idiler. Sen Hudâlık iddiasında mı bulunuyorsun?” diye sordular. Mukanna‘ “Onlar nefsânî idiler. Ben ise onların içinde bulunan rûhum. Benim, kendimi istediğim her surette gösterme kudretim vardır.” dedi.


Kısa sürede etrafına birçok insan toplayan Mukanna‘, Horasan’ın her tarafına dâîler göndererek taraftar kazanmaya çalıştı. İslam’ın yasakladığı her şeyi helâl kılıyor, namaz, oruç ve öteki ibadetleri kaldırdığını söylüyordu. Dâîleri aracılıyla gönderdiği mektuplarda şunlar yazılıydı:


“Efendiler efendisi Hâşim bin Hakîm’den, filan oğlu filana. Âdem’in, Nuh’un, İbrahim’in, Îsa’nın, Musa’nın, Muhammed’in ve Ebû Müslim’in ilâhı olan, ondan başka ilâh olmayan Allah’a hamdolsun. Kudret, sultan, izzet ve burhan Mukanna‘nındır. Bana imân ediniz. Biliniz ki, pâdişâhlık/hükümdârlık benimdir. İzzet, şeref ve yaratıcılık benimdir. Benim dışımda başka Allah yoktur. Her kim bana teslim olur ise cennet onundur ve her kim teslim olmaz ise cehennem onundur.”


Merv’de faaliyet gösteren Mukanna‘, gerek Merv’de gerekse gönderdiği dâ‘îleri sayesinde Horâsân ve Mâverâü’n-nehr’in muhtelif yerlerinde kendisine taraftar bulmayı başardı. Bunlardan biri olan Abdullah bin Amr, Ceyhûn’dan geçerek Nahşeb’e ve Kiş’e gidip bölge halkını Mukanna‘ya katılmaya davet etti. Bu davet o derece etkili oldu ki, Kiş ve Kiş’in köyleri Mukanna‘ taraftarlarının en kalabalık olduğu bölgeler haline geldi. Bu köyler arasında bilhassa Sûbah önemliydi. Zira en-Narşahî’nin ifadesine göre Mukanna‘nın dînine giren ve bu durumu açıkça ilk ilan edenler Kiş’e bağlı olan bu köyün halkı idi. Müellife göre Sûbahlılar, Amr-i Sûbhî önderliğinde isyan etmişler ve bölgede görevli bulunan Sûbah Emîri’nin öldürdükten sonra Soğd ve Buhârâ köylerine yayılmışlardı. Buralarda da çok sayıda taraftar kazanan Mukanna‘ taraftarları, Müslümanlara eziyet etmeye, kervanları vurmaya, köyleri yağmalamaya ve her yeri yakıp yıkmaya başlamışlardı.


Bu hadiseler Horâsân’da duyulunca, Horâsân Emîri Humeyd bin Kahtabe Mukanna‘nın yakalanması için harekete geçti. Bunun üzerine Mukanna‘, köyünden kaçarak kendisini bulamayacakları bir yere gizlendi. Bu esnada Maverâü’n-nehr’de çok sayıda taraftarının toplandığını haber aldı ve o tarafa gitmeye karar verdi. Ancak Horâsân Emîri, onu yakalamak için Ceyhûn kıyısına nöbetçiler göndermişti. Yüz atlı, eğer nehri geçerse onu yakalamak için sürekli Ceyhûn kıyısında geziniyordu. Mukanna‘, otuz altı kişi ile birlikte Ceyhûn kıyısına geldi. Sal yaptı ve Ceyhûn’dan geçerek Kiş Vilâyeti’ne gitti. Burada büyük bir ilgiyle karşılandı. Sâm (Siyâm) Dağı’nda, içinde su kanallarının, ağaçların ve çiftçilerin bulunduğu çok muhkem bir kale yaptırarak içerisine pek çok mâl, servet ve sayısız nimet topladı ve kaleyi muhafaza edecek muhafız birlikleri oluşturdu.


Sepîd Câmegân veya Mubeyyiza Hareketi


Mukanna‘ taraftarları, Abbâsîlere karşı giriştikleri harekât esnasında Abbâsîlerin alâmeti olan “siyah” renge karşı “beyaz” rengi tercih etmeleri, beyaz elbiseler giyip beyaz sancak açmalarından dolayı Farsça “Sepîd Câmegân” veya Arapça “Mubeyyiza” yani “beyaz elbiseliler” şeklinde isimlendiriliyordu. Sayıları gün geçtikçe artıyor, Müslümanlar karşısında her geçen gün daha fazla güçleniyorlardı. Sepîd Câmegân’ın zulmüne maruz kalan Müslümanların feryadı Bağdad’a, o sırada Halîfe olan Mehdî’ye kadar ulaştı. Mehdî, Mukanna‘ taraftarlarını cezalandırmak üzere bir ordu gönderdi. Ancak isyanın bastırılamaması, “Mukanna‘nın dîninin bütün cihâna yayılması” ihtimali onu çok korkutmuştu. Sonunda dayanamadı ve bizzat kendisi de hareket ederek Nîşâbûr’a kadar geldi.


Bütün bunlar olurken Mukanna‘, Türkistan’a haber göndererek bölge halkını kendi saffında savaşmaya davet etti. Onun davetine uyanlar arasında başta Halac Türkleri olmak üzere diğer gayr-i Müslim Türkler de bunuyordu. Mukanna‘, muhtelif sebeplerle bölgedeki Arap-İslam hâkimiyetine karşı olanlara Müslümanların kan ve mâllarını mübâh kıldığını söyleyerek taraftarlarının sayısını artırdı. Ganimet elde etmek düşüncesiyle ona katılanlar, 159 (775-776) senesinde başta Buhârâ ve çevresi olmak üzere Mâverâü’n-nehr’deki İslam beldelerini yağmalamaya, Müslümanları öldürmeye, kadın ve çocukları esîr almaya başladılar.


Buhârâ ve çevresini kan gölüne çeviren Sepîd Câmegân’ın bu bölgedeki lideri Hakîm Ahmed adında Buhârâlı birisi idi. Bunun yanında en-Narşahî’nin ifadesi ile “her üçü de başıbozuk (ayyâr), aşağılık (dûnde), hırsız ve hilekâr adamlar olan Haşerî/Hışrî (حشری), Bâğî (باغی) ve Kerdek/Kirdek/Kürdek (کردک) isimli üç serheng” vardı. Bunlar, 159 (775-776) senesinde yanlarındaki asilerle birlikte bir gece Buhârâ civarındaki Numicket (نمجکت)’e saldırmışlardı. Mescide girerek ibadetle meşgul olan on beş kişiyi, mescidin müezzinini ve ardından bütün köy halkını öldürmüşler ve böylece kötü şöhretleri her yana yayılmıştı.


Numicket Köyü’nde yaşanan hadise, Müslümanlar arasında büyük bir infiale sebep oldu. Buhârâlılar, Sepîd Câmegân’ı durdurmak ve cezalandırmak üzere harekete geçmeye karar verdiler. O dönemde Buhârâ Emîri olan Hüseyin bin Mu‘âz ve şehrin kâdısı Âmir bin İmrân kumandasında toplanan Buhârâ ordusu, 159 senesi Receb ayında (25 Nisan-24 Mayıs 776) şehirden çıktılar ve Narşah Köyü’nde toplanmış olan âsilerle karşılaştılar. Buhârâ kâdısı Âmir İbn İmrân, isyancılarla görüşüp onları İslam’a davet ettiyse de sonuç alamadı. Bunun üzerine başlayan savaş neticesinde isyancılar mağlup edildi.


Sepîd Câmegân’dan yedi yüz kişi öldürülmüş, diğerleri ise canlarını zor kurtararak sağa sola dağılmışlardı. Buhârâ ordusuna mukavemet edemeyeceklerini anlayınca bir elçi göndermeye, İslamiyet’i kabul ettiklerini söyleyerek emân dilemeye karar verdiler. Yol kesmemeleri, Müslümanları öldürmemeleri, köylerine dönerek cemiyetlerini dağıtmaları ve bölgedeki Müslüman emîrlere itaat etmeleri şartlarıyla bir anlaşma imzaladılar. en-Narşahî’ye göre bu şartları, Allah’a ve Resûlüne yemin ederek sağlamlaştırmışlar, şehrin bütün ileri gelenleri de o antlaşmaya şahit olmuşlardı.

Kısa süre sonra isyancıların bu anlaşmayı vakit kazanmak için yaptıkları anlaşıldı. Zira Buhârâ ordusunun bölgeden ayrılmasından hemen sonra anlaşmayı bozdular. Tekrar yol kesmeye ve Müslümanları öldürmeye başladılar. Gün geçtikçe sayıları artıyor, bölgede daha etkin hale geliyorlardı. Bu sırada Halîfe Mehdî’nin, vezîri Cebrâ’îl bin Yahyâ ve kardeşi Yezîd’i Kiş’de bulunan Mukanna‘ üzerine gönderdiği duyuldu.


Cebrail bin Yahya, Buhârâ’ya gelip Semerkand Kapısı’nda ordugâh kurduktan sonra Buhârâ Emîri Hüseyin bin Mu‘âz’la görüştü. Hüseyin bin Mu‘âz, Cebrail’e kuvvetlerini birleştirip önce Narşah’ta toplanmış olan asilerin, onların işini bitirdikten sonra da Mukanna‘nın üzerine yürümeyi teklif etti. Cebrâ’îl bu teklifi kabul etti ve orduyu kaldırıp Narşah Köyü’ne gitti. Müslümanlarla Sepîd Câmegân arasında meydana gelen savaş fasılalarla devam etti. Müslümanlar zaman zaman mağlup duruma düşseler de neticede galip geldiler. Asilerle, daha önce kabul ettikleri, ancak riayet etmedikleri anlaşmada mevcut bulunan şartlara ilave olarak liderlerini rehin olarak Halîfe’nin yanına göndermeleri ve üzerlerinde silâh taşımamaları maddelerini de içeren yeni bir anlaşma imzaladılar.


Buhârâ çevresinde faaliyet gösteren Sepîd Câmegân taifesinin bu şekilde etkisiz hale getirilmesi bölge halkını rahatlattı. Ancak bu durum fazla sürmedi. Zira asiler anlaşma şartlarına riayet etmeyerek yeniden silahlanmaya başladılar. Bunun üzerine Cebrâ’îl bin Yahya, asilerin elebaşı Hakîm Ahmed ve Hışvî’yi öldürttü. Haber duyulunca âsiler tekrar harekete geçtiler. Yapılan savaş sonunda âsilerin birçoğu öldürüldü, çok azı kaçıp kurtulabildi. Öldürülenler arasında Sepîd Câmegân’ın liderlerinden biri olan Bâğî de bulunmaktaydı. Buhârâ çevresinde faaliyet gösteren Sepîd Câmegân taifesinin sağ kalan son elebaşı Kerdek (Kirdek/Kürdek) ise kaçtı ve Mukanna‘nın yanına gitti.


Sepîd Cemegân taifesinin faaliyette bulunduğu diğer bir bölge de Soğd bölgesi idi. Ebû’l-Nu‘mân, Cüneyd, Leys bin Nasr, Hassân bin Temîm bin Nasr bin Seyyâr, ve Muhammed bin Nasr gibi emîrler, onlarla savaştılar, ancak tam bir üstünlük sağlayamadılar. Cebrâ’îl bin Yahyâ, Buhârâ çevresindeki isyancıları kontrol altına alıp liderlerini ortadan kaldırdıktan sonra, onların başını Soğd bölgesindeki Sepîd Câmegân taifesine gönderdi. Burada isyancıların başında Mukanna‘nın nakîblerinden olan ve en-Narşahî tarafından Soğdiyân olarak adlandırılan bir şahıs bulunmaktaydı. Cebrâ’îl, Soğd bölgesinde birçok savaş yaptı. Sonunda Soğdiyân öldürüldü ve âsiler dağıtıldı. Cebrâ’îl, oradan Semerkand’a gitti ve bölgedeki isyancılarla mücadeleye devam etti. Ancak isyanın kesin olarak bastırılması mümkün olmuyor, isyancıların tamamı ele geçirilemiyordu.


159/776 senesinde Humeyd bin Kahtabe ölünce yerine Ebû Avn Abdu’l-melik bin Yezîd atandı. Bu dönemde de Mukanna‘ ve taraftarları ile mücadele devam ettiyse de önemli başarılar elde edilemedi ve isyanın önü alınamadı. 161/778 senesinde ise Horâsân Emîrliğine Mu‘âz bin Müslim atandı. Halîfe ona Cebrail bin Yahya dışında isyanın bastırılmasında gevşeklik gösteren herkesi azletmesini emretmişti. Mu‘âz, Merv’e gelir gelmez hazırlıklara başladı. el-Bağdâdî’ye göre yetmiş bin kişiyi bulan ordu kurup Buhârâ’ya yöneldi. Buhârâ’ya geldiğinde Herât Emîri Sa‘îd el-Haraşî de ona katıldı. Cebrail bin Yahya’yı ise tekrar Semerkand’a gönderdi.


Merv’de bir ordu hazırlayarak Buhârâ’ya hareket etti. Sepîd Câmegân taifesinden son derece rahatsız olan ve isyancıların bir an evvel ele geçirilmesini isteyen Buhârâlı dihkânlar, Buhârâlılardan olan çok sayıda savaşçı toplayıp onun ordusuna katılmak istediler. Mu‘âz, her türlü meslek erbâbından ellerinde keserler, beller, kürekler, kovalar ve baltalar bulunan bu gönüllü topluluğundan işe yarayabilecek üç binini seçip orduya dâhil ederek Soğd ve Semerkand tarafına hareket etti. Ordunun öncüsü Herât Emîri Sa‘îd el-Haraşî idi. Zemm’den gelen Ukbe bin Selm de Tavâvîs’de onlara katıldı. Bazı kaynaklara göre yetmiş bin kişiyi bulan bu ordu, on beş bin kişi oldukları söylenen Sepîd Câmegân üzerine yürüdü ve yapılan savaşta âsilerden üç bini öldürüldü. Bu darbeden sonra Sepîd Câmegân’ın durumu gittikçe zayıflamaya başladı. Birçoğu öldürüldü, canlarını kurtarabilenler ise Mukanna‘ın yanına kaçtı.


Mukanna‘nın Öldürülmesi ve İsyanın Bastırılması


Mukanna‘, Merv’den kaçtıktan sonra Kiş vilayetine gelmiş ve burada bulunan Sâm (Siyâm) Dağı’nda, su ve yiyecek temini için elverişli ve oldukça muhkem bir kale yaptırarak bu kaleye kapanmıştı. Bütün bu hadiseler olup biterken kendisi bu kalede bulunuyor ve sayısının eli bine ulaştığı söylenen taraftarlarının da desteğiyle isyanı buradan idare ediyordu. Onun taraftarları bir gün Mukanna‘ın kalesinin kapısına toplandılar. Secde ettiler ve yalvarıp yakardılar. Onun yüzünü görmek istediler. Hiçbir cevap alamadılar. “Hudâvend’i ziyaret edip kendisini görmeden gitmeyiz.” diyerek ısrar ettiler. Onun Hâcib adını verdiği bir gulâmı vardı. Mukanna‘ ona “Kullarımıza, ‘Mûsâ benim yüzümü görmek istedi; takati yetmeyeceği için göstermedim. Benim yüzümü görmeye kimsenin takati yetmez’ diye söyle.” dedi.


Taraftarları, ikna olmadı. “Biz görmek istiyoruz. Bunun için helâk olmaya bile razıyız. Yeter ki onu görelim.” diye ısrara ettiler. Bunun üzerine Mukanna‘, onlara “Falan gün gelin, size yüzümü göstereceğim.” diye söz verdi. Sonra durumu onunla birlikte kalede bulunan kadınlara söyledi. Bu kadınlar, Soğd, Kiş ve Nahşeb dihkânlarının kızları olup sayıları yüz idi. Onun âdetine göre her nerede güzel bir kadın varsa ona gösterilir, o da o kadını getirir ve kendisine alırdı… Mukanna‘ yeşil bir peçe ile yüzünü örttüğünden hiç kimse onun çirkin yüzünü görmezdi. İnsanlara söz verdiği vakitte o kadınlara, güneşin doğduğu vakitte birer ayna alıp hisârın çatısına çıkmalarını ve yan yana durmalarını emretti. Vakit gelince kadınlar çatıya çıktılar, yan yana durup ellerindeki aynaları güneşe doğru tuttular.


Halk toplanmış idi. Güneş, o aynaların üzerine düşünce aynalar parladı ve o aynaların karşısındaki yerler pür nur oldu. O sırada o gulâm’a “Onlara ‘Hudânız, siz kulları için yüzünü gösteriyor, bakınız!’ diye söyle” dedi. Orada bulunanlar baktılar ve bütün cihânı pür nur gördüler. Korktular; hepsi birden secde ettiler ve “Efendimiz, gördüğümüz bu kudret ve azamet kâfidir. Eğer bu gördüğümüzden fazlasını görürsek bizim ödlerimiz patlar.” dediler. Oradaki insanlar, yere kapanmış vaziyette öylece duruyorlardı. Nihayet Mukanna‘, o gulâma “Ümmetime başlarını secdeden kaldırmalarını söyle ve ‘sizin Hudâ’nız sizden memnundur. Günahlarınızı bağışlıyor.’ de.” dedi.


Orada toplanan kalabalık, ürperti ve korku ile başlarını secdeden kaldırdılar. O esnada “Bütün vilâyetleri size mübâh kıldım. Her kim bana itaat etmezse, onun kan, mâl ve çocukları size helâldir.” dedi. Onlar sağı solu yağmalıyorlar, bu arada “Biz Hudâ’yı gördük.” diyerek diğer insanlara karşı övünüyorlardı.


Mukanna‘ ve taraftarlarıyla yapılan mücadele sonucunda 163/780 senesi içinde isyan büyük ölçüde kontrol altına alındı. Ancak Sepîd Câmegân (Mubeyyiza) fitnesinin tam olarak ortadan kaldırılabilmesi için Sâm (Siyâm) Kalesi ve Mukanna‘nın ele geçirilmesi gerekiyordu. Bu amaçla hareket eden Mu‘âz bin Müslim, kaçan asileri takip ederek Sâm (Siyâm) Kalesi’ne kadar geldi ve Mukanna‘nın -en-Narşahî’ye nazaran- on dört yıldır taraftarlarıyla birlikte kaldığı kaleyi kuşattı (163/780).


Oldukça muhkem bir mevki olan Sâm (Siyâm) Kalesi’nin surlarının içinde bir su çeşmesi, ağaçlar ve tarım arazileri vardı. Hisarın içinde Mukanna‘nın hâs bendeleri, çok sayıda asker ve kumandanları bulunuyordu. Bütün bunlara ilave olarak kalenin çevresine geniş ve derin hendekler kazılmış, her türlü müdafaa tedbiri alınmıştı.


Kuşatma başladıktan sonra Mu‘âz bin Müslim ile Sa‘îd el-Haraşî arasında bir anlaşmazlık çıktı. Bu anlaşmazlık neticesinde Mu‘âz, kumandayı Sa‘îd el-Haraşî’ye bırakmak zorunda kaldı. Kumandayı alan Sa‘îd el-Haraşî, kale önüne evler ve hamamlar yaptırdı. Böylece kesin sonuç elde edene kadar kuşatmayı devam edeceğini gösteriyordu. Bir yandan da kalenin çevresine kazılmış olan hendeği aşmak için tedbir düşünmeye başladı. İki yüz adet demir ve ağaç merdiven hazırladı. Hindistan’ın Multân şehrinden on bin manda derisi getirdi ve bunların içine kum doldurarak hendeğe yığmalarını emretti. Böylece hendek dolduruldu ve askerlerin hendeği aşması sağlanarak kalenin ele geçirilmesinin önündeki en büyük engel ortadan kaldırıldı.


Savaşın ve kuşatmanın şiddeti artıkça muhasara altındaki Mukanna‘ taraftarlarının sıkıntısı da artıyordu. Artan huzursuzluk yerini ümitsizliğe bıraktı ve aralarında fikir ayrılıkları baş gösterdi. Bu hengâmede bir kısmı gizlice Saîd el-Haraşî’ye haber gönderip emân dilediler. 30.000’e yakın olduğu söylenen bu grup içinde Mukanna‘ın kapandığı kalenin komutanı da bulunuyordu. Bir rivayete göre bu kale komutanı, hisâr kapısını açtı ve böylece Müslümanlar kaleyi ele geçirdiler. Bir başka rivayete göre ise en-Narşahî’ye göre kale kapısını açan kişi, Kiş dihkânlarından Ebû Ali Muhammed bin Hârûn’un büyükannesi olup Mukanna‘ın yanında bulunan bir kadın idi. Kayda göre bu kadın, Mukanna‘ın bütün yakınlarına zehirli şarap içirdiği esnada durumu fark ederek kendisine verilen şarabı içmemiş ve ölü taklidi yaparak hâdiseleri izlemişti. Mukanna‘ın kendini tandıra atıp yakmasından sonra da kalkıp kale kapısını açmıştı.”


en-Narşahî, Mukanna‘ın âkıbeti ile ilgili Kiş dihkânlarından Ebû Ali Muhammed bin Hârûn’un büyükannesinden dinlediğini söylediği şu bilgileri nakletmektedir: “Kiş dihkânlarından Ebû Ali Muhammed bin Hârûn bu konuda şunları anlatmıştı:


“Benim büyükannem –ki adı Banuka’dır- Mukanna‘nın kendisi için almış olduğu Hâtûnlardan biri imiş. O şunları anlattı: Bir gün Mukanna‘, âdeti olduğu üzere yemek ve içmek için kadınlarla oturdu. Şarabın içine zehir kattı. Her kadına özel bir kadeh verdi ve ‘Ben kendi kadehimden içtiğimde, siz de kendi kadehinizin hepsini içiniz’ dedi. Hepsi içti. Ben içmedim ve yakamın içine döktüm. O bunu anlamadı. Kadınların hepsi düştü ve öldü. Ben de kendimi onların arasına attım ve ölmüş gibi yaptım/ölü taklidi yaptım. O, benim durumumu anlamadı. Sonra Mukanna‘ kalktı ve baktı. Bütün kadınların ölmüş olduğunu gördü. Gulâmının yanına gitti. Kılıçla (şemşîr) vurdu ve onun başını/kellesini uçurdu. Üç gün boyunca tandırın (tenûr) ısıtılmasını/yakılmasını buyurmuş idi. O tandırın yanına gitti, elbisesini çıkardı ve kendisini tandırın içine attı. Tandırın içinden duman yükseldi. Ben o tandırın yanına gittim. Ondan hiçbir iz ve eser görmedim. Hisârda canlı hiç kimse kalmamıştı… O kadın hisâr kapısını açtı. Sa‘îd Haraşî içeri girip onun hazînesini ele geçirdi...” Rivayete göre Banuka, kendisine, özel süslerine, mücevherlerine ve elbiselerine dokunulmaması ve hazîneden on bin dirhem verilmesi şartıyla kapıyı açmıştı.


Etrafında çok az kişi kalan Mukanna‘ ise ele geçirileceğini anlayınca önce yanında bulunanlara zehirli şarap içirdi. Bunların hepsinin öldüğünden emin olduktan sonra da kale içinde yanmakta bulunan tandırın yanına geldi ve içine atlayarak kendini öldürdü. Bir rivayete göre ise zehir içenler arasında kendisi de bulunuyordu ve cesedi, vasiyeti üzerine adamları tarafından yakılmış, ondan geriye bir iz kalmamıştı. Buna karşılık Sa‘îd el-Haraşî’nin kaleye girdikten sonra onun cesedini bulduğuna ve başını keserek Halîfe Me’mûn’a gönderdiğine dair rivayetler de mevcuttur (163/779).


Böylece Mukanna‘ ortadan kaldırılmış, Horâsân ve Mâverâü'n-nehr’de meydana gelen en tehlikeli isyan hareketi olarak değerlendirilen Sepîd Câmegân veya Mubeyyiza hareketi bastırılmıştı. Ancak Mukanna‘ ve onun fikirlerini savunmaya devam eden bazı gruplar varlıklarını devam ettirdiler. Öyle ki, 12. yy’da yaşadığı bilinen Târîh-i Buhârâ mütercimi Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Kubâvî, Mukanna‘ taraftarlarının hâlen Kiş vilâyeti, Nahşeb ve Köşk-i Ömer, Köşk-i Hıştuvân (کشک خشتوان) ve Zermâz Köyü (زرماز) gibi bazı Buhârâ köylerinde bulunduklarını kaydetmektedir. Müellife göre bunlar, Mukanna‘ın ölmeden önce “Benim kullarım âsî olduklarında, ben göğe gideceğim ve onları cezalandırmak için melekleri getireceğim.” şeklindeki sözlerinin etkisinde kalarak, kendisini yaktıktan sonra çıkan dumanla birlikte göğe yükseldiğine, cesedinin bulunmamasının bunun delili olduğuna inanmakta ve ondan hiçbir haber alamamış olmalarına rağmen geri dönüp gökyüzünden melekleri getireceği günü beklemekteydiler.


en-Narşahî der ki: “Onların mezhebine göre namaz kılmazlar, oruç tutmazlar, gusletmezler. Ancak tedbirlidirler ve bütün bu hâllerini Müslümanlardan gizleyip ve Müslüman olduklarını söylerler. Onların kendi kadınlarını birbirlerine mubah saydıklarını söylerler. ‘Kadın gül gibidir, kim koklarsa koklasın ondan hiçbir kötülük gelmez.’ derler. Bir adam bir kadının yanına gelip yatak odasına girdiğinde, kadının kocası eve geldiğinde kadının evde bir adamla birlikte olduğunu anlasın ve geri dönsün diye evin kapısına bir işaret bırakırdı. O adam işini bitirince, o da kendi evine giderdi. Onların her köyde bir reisleri vardı. Onlar, onun [reislerinin] emirlerine uyarlardı.


Sonuç


Önderliğini Mukanna el-Horasanî’nin yaptığı Sepîd Câmegân ya da Mübeyyiza yani Beyaz Elbiseliler hareketi, VIII. yüzyılın ikinci yarısında Horasan ve Maveraünnehr’de ortaya çıkmış ve yirmi yıla yakın bir süre bölgede büyük karışıklıkların yaşanmasına sebep olmuştur.


Bazı yazarların Gulât-i Şî’a’nın Rizâmiyye mezhebine mensup olduğunu söyledikleri Mukanna‘, kendisini önce peygamber daha sonra da Allah ilan ederek içinde Mazdek öğretisi bulunan bazı görüşler ileri sürmüş, İslam’ın yasakladığı her şeyi taraftarlarına helal kılarak ibadetleri kaldırmıştır.


Mukanna‘ ve hareketini, sadece dinî bakımdan değerlendirmek suretiyle Müşebbihe ve Hulûliyye gibi sapkın fırkalar içerisinde mütalaa edip din dışı saymak mümkündür. Ancak hareketin ortaya çıktığı dönem, yayıldığı coğrafya ve etki derecesi incelendiğinde, hadisenin dinî boyutumdan çok siyasî boyutunun önem kazandığı açık bir surette anlaşılır. Nitekim 750’li yıllarda başlayan hareketin, Horasan ve Mevaraünnehr’in muhtelif bölgelerinde hızla yayılmasını ve uzun bir süre boyunca devam ederek bölgedeki Abbâsî idaresini oldukça müşkül bir durumda bırakmasını, sadece bölge ahalisi üzerinde oluşturduğu fikrî veya inanç eksenli bir etki ile izah etmek oldukça zordur.


Esasen bu durum, sadece Mukanna‘ hareketi için değil, gerek Emevîlerin son dönemlerinde gerekse Abbasîler döneminde Horasan ve Mâverâü’n-nehr bölgesinde meydana gelen ve ideolojik bakımdan dinî veya mezhebî olarak görünen hemen her isyan hareketi için söz konusudur. Sözgelimi Emevîlerin son yıllarında meydana gelen Bihâferîd İsyanı, Abbâsî İhtilali, bu ihtilalinin hemen ardından yaşanan ve sözkonusu ihtilalin en önemli ismi olan Ebû Müslim Horasanî’nin isyanı, Sindbad, Râvendiye ve Üstâd-ı Sis ayaklanmaları gibi hareketlerin hemen tamamı, Mukanna‘ isyanında da olduğu gibi İslam'ı henüz yakın bir geçmişte kabul eden, bu sebeple de çok tabii olarak İslam öncesi inançlarını hâlâ kuvvetle korumakta olan eski Mazdekî, Zerdüştî ve Maniheist çevreler tarafından başlatılan ve desteklenen hareketler olmakla birlikte, aynı zamanda da Emevîlerle başlayıp Abbâsîlerle devam eden menfî yönetim tarzına karşı siyasî bir başkaldırı niteliği taşımaktadır.

Bu noktada bölge halkının kabullenemediği şeyin, henüz tam olarak anlayamadıkları, mana ve mahiyetini keşfedemedikleri “İslam hâkimiyeti”nden ziyade, bölgede çok şedîd bir şekilde başlayan, daha sonra tedricen yumuşamakla birlikte bölge halkı üzerinde çoğu zaman baskı ve hatta zulüm şeklinde tezahür eden “Arap hâkimiyeti” olduğu söylenebilir. Bu bakımdan sözkonusu dönemde meydana gelen diğer isyan hareketleri gibi Mukanna‘ isyanını da sadece ve sadece dinî ve mezhebî bir hareket, “İslam karşıtı, sapkın” bir başkaldırı olarak nitelendirmek, meselenin sadece zahirî cephesine ışık tutacaktır. Sözkonusu dönemde meydana gelen diğer isyan hareketleri gibi Mukannaʻ hareketinin de layıkıyla anlaşılabilmesi için dinî ve mezhebî cepheleri kadar siyasî, hatta psikolojik ve sosyolojik cephelerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.


Kaynakçalar

Bel‘amî (Ebu Ali Muhammed bin Muhammed Belʻamî), Târîhnâme-i Taberî, V, (Tahkik: Muhammed Rûşen), Tahran 1377.

Crone, Patricia, “Moqannaʿ”, Encyclopedia Iranica, [http://www.iranicaonline.org/articles/moqanna]

Daftary Farhad, “Sectarian and National Movements in Iran, Khurasan and Transoxania During Umayyad and Early Abbasid Times”, History of Civilization of Central Asia, IV/1, (Ed. M. S. Asimov-C.E.Bosworth), Unesco, Delhi 1999.

Dalkılıç, Mehmet, Horâsân’da İktidar Mücadeleleri (M.705-796), Erc. Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Kayseri 2009.

Daniel, Elton L., The Political and Social History of Khurasan under Abbâsid Rule (747-820), Minneapolis 1979

Ebû Rehan el-Bîrûnî, el-Âsârü’l-Bâkıyye, (Türkçe terc. Ahsen Batur, Maziden Kalanlar), İstanbul 2011.

Ebû’l-Fidâ, el-Muhatasar fi Ahbâri’l-Beşer, I, [el-Mektebetü’ş-Şâmile]

el-Bağdâdî, el-Fark Beyne’l-Fırak (Mezhepler Arasındaki Farklar), (Türkçe terc. Ethem Ruhi Fığlalı), TDV Yay, Ankara 1991.

el-Hârizmî, Mefâtîhu’l-ulûm, Kahire 1401 (1981)

en-Narşahî, Târîh-i Buhârâ, (Tercüme ve Notlar: Erkan Göksu), TTK Yay, Ankara 2013.

en-Nuveyrî, Nihâyetu’l-Ereb fî Fünûni’l-Edeb, XXII, (Tahkik: Muhammed Refʹat Fethullah, Kahire 1975.

es-Sem‘ânî, III [el-Mektebetü’ş-Şâmile]

et-Taberî, VI [el-Mektebetü’ş-Şâmile]

ez-Zehebî, [el-Mektebetü’ş-Şâmile]

Gerdîzî, Târîh-i Gerdîzî, (Tashîh ve Mukâbele: Abdu’l-hayy Habibî), Tahran 1363

Göksu, Erkan, “Buhârâ Melikesi Kabac Hâtûn”, S.Ü. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 29 (Bahar 2011), s.261-283.

Göksu, Erkan, “İlk Türk Arap Münasebetleri: Buhârâ’da Ezân Sesleri”, [http://www.beyaztarih.com/turk-tarihi/ilk-turk-arap-munasebetleri-buharada-ezan-sesleri]

Göksu, Erkan, “Türklerin İslamiyet’i Kabul Psikolojisi”, [http://www.beyaztarih.com/turk-tarihi/turklerin-islamiyeti-kabul-psikolojisi]

Göksu, Erkan, “Türklerin İslamiyet’i Kabulü”, [http://www.beyaztarih.com/turk-tarihi/turklerin-islamiyeti-kabulu]

İbn Haldûn, Târîhu İbni Haldûn, III, [el-Mektebetü’ş-Şâmile]

İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-Ayân, I, Paris 1838

İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, (Türkçe terc. Mehmet Keskin), İstanbul 1995.

İbn Tağrıberdî, en-Nücûmü’z-Zâhire, I, [el-Mektebetü’ş-Şâmile]

İbnü’l-Cevzî, III, [el-Mektebetü’ş-Şâmile]

İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, VI, (Türkçe terc, Abdullah Köse) İstanbul 1986.

İbrahim Babur Gündoğdu, Hişâm b. Hakim el-Mukanna ve Mukannaiyye Hareketi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2001.

Kurt, Hasan, Orta Asya’nın İslamlaşma Süreci (Buhârâ Örneği), Ankara 1998.

Nûrec Tâbân, Kıyâm-i Mukannaʻ, Mecelle-i İran Şinasî, Sâl-i Evvel, Şumâre 3 (Pâyez 1368), s.533-561.

Öz, Mustafa, “Mukanna‘ el-Horâsânî”, DİA, XXXI, s.124-125

Özaydın, Abdulkerim, “Humeyd b. Kahtabe”, DİA, XVIII, s.355-356.

Özaydın, Abdülkerim, “Abdu’l-cebbâr el-Ezdî”, DİA, I, s.202.

Tabataba'i Muhammad Husayn, Shi'ite Islam, (Translated by Seyyed Hossein Nasr), New York 1975.

Comments


bottom of page