Hasip Saygılı: Milli Mücadele'nin Şerefi ve Külfeti Tüm Katmanlarıyla Türk Milletinindir
Anadolu’da Türklerin yeniden var olma mücadelesinin sembolü olan Milli Mücadele’yi Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasip Saygılı ile konuştuk. Saygılı, Milli Mücadeleye giden dönemi ve mücadele sürecini değerlendirirken, Milli Mücadele’nin adlandırılması, başarıya ulaşan sürecin ana aktörleri ve Lozan ile Serv üzerinden yürütülen tartışmalara dair önemli değerlendirmelerde bulundu.
Merhabalar sayın hocam. Öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Liseden itibaren bugün birçoğu kapatılmış bulunan askeri mekteplerde tahsil gördüm. 2013 yılında kurmay albay rütbesiyle emekli oldum. Üç yıldır Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktayım.
Sayın hocam, Türk tarihinde önemli yeri olan, Cumhuriyetimizin kuruluşuna giden yolda Mondros Mütarekesi'nin Milli Mücadele'deki önemini anlatır mısınız?
Mondros Mütarekesi Türk Milletinin elinin kolunun bağlandığı bir sürecin genel adıdır. Ancak bu dönemin ilk günlerinden itibaren, harp daha bitmeden Milli Mücadele’nin başlangıcı olabilecek siyasi ve bir kısım askeri hazırlıklar düşünüldüğünden harekete geçilmiştir. Mondros’un imzalanmasının üzerinden daha bir hafta geçmeden Kars İslam Şurası toplanmış önemli siyasi kararlar alınmıştır. 30 Ekim 1918’den TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920 tarihine kadar Anadolu’nun hemen her tarafında mahalli siyasi ve kısmen askeri önemi olan bu tarz kongreler etkin oldu. Bu döneme bu yüzden kongre iktidarları dönemi de denilmektedir. Bir fikir vermek için Temmuz 1919’daki Erzurum Kongresi’ne kadar Anadolu’da 20 civarında bu tarz kongreler tertip edildiğini hatırlamalıyız. Kurucu liderimiz Mustafa Kemal Paşa’nın dirayetli liderliği Anadolu’da daha Mondros ile başlamış bulunan parçalı milli hareketi süratle toparlamış ve başarı ile hedefe götürmüştür. Bu yüzden hemen her şeyin 19 Mayıs 1919 ile başladığını ileri sürmek doğru değildir. Mustafa Kemal Paşa’ya Anadolu’ya gönderilirken verilen vazife talimatı bölgede şura denilen yukarıda bir örneğini zikrettiğimiz kongreleri dağıtmasına da memurdu. Ancak Milli Mücadele’nin büyük lideri bu kongrelerin potansiyelini müşterek dava için etkin şekilde harekete geçirdi ve memleketi düşman işgalinden kurtardı.
Hocam mevcut dönemle ilgili çeşitli adlandırmalar mevcut. Kimileri Milli Mücadele ifadesini kullanmayı doğru bulurken kimileri de Kurtuluş Savaşı ve İstiklal Harbi gibi ifadeler kullanmakta. Siz hangi adlandırmayı daha uygun buluyorsunuz?
1919-1922 dönemi için bu üç isimlendirme de yaygın şekilde kullanılmaktadır. Ben Milli Mücadele demeyi tercih ederim. Diğerleri koloni veya sömürge idarelerinden kurtulmak için mücadelelere verilen isimler gibi durmaktadır. Mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti son dönemde kapitülasyonlara ve dış müdahalelere rağmen yabancı bir gücün müstemlekesi değildi. Dahası Birinci Dünya Harbi’ne de zaten fiilen müstemleke durumuna düşmemek için katılmıştı. Bu yüzden sömürge geçmişi ima eden Kurtuluş Savaşı, İstiklal Harbi gibi adlandırmaları şahsen tercih etmiyorum. Ama kavramlarla boğuşmaya da gerek olmadığını düşünüyorum.
Milli Mücadele’ye giden süreçte Samsun yoluna çıkılmadan önce Mustafa Kemal’in ve arkadaşlarının çalışmalarını değerlendirebilir misiniz? Sizce Milli Mücadele’ye giden yolun taşlarını kim döşedi?
Mustafa Kemal Paşa, Mütareke’den itibaren 6 ay boyunca payitahtta memleketin düşman işgalinden kurtarılması için siyasi ve diplomatik çıkış yolları aradı. Bunun mümkün olmadığını görünce diğer dirayetli askerler gibi Anadolu’ya geçme imkânı aradı. Harbiye Nezareti ve İstanbul’daki diğer üst düzey bürokrasi milliyetçi ve yetenekli generallerin kilit yerlere tayinini sağladı. Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı da bu çerçevededir. Birinci Dünya Savaşı’nda kariyerlerini şerefle kanıtlamış olan general ve subaylar işin göze göz diş dişe mücadeleden geçtiğini kestirdiler ve harekete geçtiler. İşin şerefi ve külfeti tabii bütün katmanlarıyla Türk milletinindir. Ama öncülüğü Batı’nın Türk milliyetçileri dediği Milli Mücadele’nin tartışmasız lideri Mustafa Kemal Paşa ile onun yanında yer alanlara aittir.
Birinci Dünya Harbi ile İstiklal Harbi arasında bugünlerde akademik çevrelerde bir mukayese yapılmaktadır. Hatta verilen zayiat çerçevesinde İstiklal Harbi'nin hafife alma eğilimi var. Sizce bu yaklaşım doğru mu?
Bizim için Milli Mücadele Birinci Dünya Savaşı’nın son safhasıdır. Türkiye 1914’te savaşa namus ve şerefini kurtarmak için başka yol kalmadığından girmek zorunda kalmıştır. Bunu Ermeni katillerin Roma’da şehit ettikleri merhum Sadrazam Sait Halim Paşa 1921’de, Mustafa Kemal Paşa 1919 ve 1920’de beyan etmiştir. Dahası Yusuf Akçura gibi büyük bir mütefekkir, Atatürk’e suikast davasında bazı sanıkların “zaten memleketi 1914’te harbe sürükleyerek Osmanlı İmparatorluğu’nu batırdıkları” ithamı ile idam sehpasına yollanmasından hemen sonra savaşa girmenin Türkiye için bir zaruret olduğunu yazmıştır.
Özetle söyleyelim. Birinci Dünya Harbi olmasaydı, Milli Mücadele olmazdı. Birinci Dünya Harbi’ne girmeseydik, daha 1914 Şubatı’nda Anadolu’da fiilen Ermenistan’ı kabul etmek zorunda kaldığımızdan siyasi varlığımız bitmiş olurdu. Bu harp elbette çok pahalıya mal oldu. Bu ağır bedeli ödemeye yanaşmasaydık, siyasi bağımsızlığımız üç nesil önce bitmiş olurdu.
Milli Mücadele Birinci Dünya Harbi’nin devamı olarak görüldüğü için Mustafa Kemal Paşa Sultan Reşad’ın 1914’te ilan ettiği seferberliğin devam ettiğini söyleyerek asker toplamıştır. Bilindiği gibi Mondros ile ordularımız dağıtılmış ve askeri mekteplerimizin tamamı kapatılmıştı. Milli Mücadele’nin insan kaynağı için Birinci Dünya Harbi için hazırlıklar cümlesinden seferberliğin dayanak olarak alınması ilgi çekicidir. Verilen zayiatlar elbette farklıdır. Ama esas olan ne kadar zayiat verildiği değil, neyin elde edildiğidir. Milli Mücadele elde ettiği sonuçlar açısından kesinlikle bir zaferdir. Diğer taraftan Birinci Dünya Harbi bizim savaşımız değildi iddiası da ideolojik partizanlık ifadesidir.
Ankara'da bir meclis toplanırken ki malumunuz üzere Meclis-i Mebusan'ın devamı olarak meşruiyet kazanan 23 Nisan 1920'de açılan meclisin kurucu olması ne anlam ifade ediyor?
Düşmanın fiilen ve hukuken işgali altında bulunan bir şehirde yasama faaliyetleri zaten yürütülemezdi. Ankara’da yeni meclisin açılması işlerin Milli Mücadele’yi yürüten kadronun eline geçmesi sonucunu vermiştir. Milli Mücadele o günün şartlarında halka dayanan, hiç kimsenin dışlanmadığı ve hemen her görüşten temsilcinin bulunduğu bir meclise dayanarak içte ve dışta meşruiyet zemini bulabildi. TBMM’nin Ankara’da açılması siyasi organizasyon açısından olduğu gibi moral ve motivasyon açısından Milli Mücadele’ye önemli bir katkı sağladı. Milli Mücadele’yi zafere götüren ilk meclisin daha sonraları pek örneği görülmeyecek şekilde görüş farklılıklarına tahammül eden, iradesini Mustafa Kemal Paşa dâhil kimseye teslim etmemiş bir yapı olduğu hatırlanmalıdır.
Meclis açılırken dini ritüellerin Hacı Bayram'ın ziyareti, Hatm-i Şerif ve Buhari-i Şerifler okunup, açılışının da cuma gününe denk getirilmesi hususunda düşünceleriniz nelerdir?
Milli Mücadele’nin lider kadrosu moral ve motivasyon için önyargısız olarak gereken tedbirleri almakta ihmal göstermemişlerdir. Anılan devirde din namına bir kısım çevreler düşman namına bozguncu faaliyetler içerisindeyken dinin bütünleştirici vasfından azami derecede faydalanma yoluna gidildi. Daha Müdafaa-i Hukuk safhasında bütün Müslümanların cemiyetin doğal üyesi olduğu ilan edildi. Bunun yaratacağı ivme tahminlerin üzerindedir. Müslümanlık gayreti ülke dışındaki İslam unsuru da harekete geçirebilmiştir. Hindistan gibi Müslümanların zor şartlarda yaşadığı coğrafyalarda Türkiye için göze alınan fedakârlıklar maalesef günümüzde layıkıyla bilinmekten uzaktır. Bunları da Mustafa Kemal Paşa’nın yürüttüğü diplomasinin başarısı olarak görmeliyiz.
Milli Mücadele dönemi Türk İnkılaplarının askeri dönemi olarak görülmektedir. Bu süreci ilk toplanan meclis yerine getirirken, Siyasi, sosyal ve iktisadi alanda yapılacak yenilikleri Cumhuriyeti ilan edecek ikinci Meclis döneminde gerçekleşti. Dönemin siyasi olayları çerçevesinde her iki meclis arasında bir fark var mıdır?
İlk meclisin daha sonraları pek örneği olmadığını yukarıda söyledim. İkinci meclis ise dikensiz bir gül bahçesi arzusunun sonucudur. Üçüncü meclisten itibaren zaten mecliste pek muhalif istenmemiştir. Bu durum hemen hiçbir şeye itiraz etmeyen, asla suya sabuna dokunmayan konularda eleştiri yapamayan ve her şeyi oybirliği ile kabul eden bir yapıya evrildi. Bu durumun yaratacağı sakıncalar aşikârdır.
Diğer bir merak ettiğim husus ise Mustafa Kemal yaş itibari ile Milli Mücadele'yi genelde kendinden büyük ve büyük kısmı önceki askerlik döneminde komutanlığını ya da kendinden üs rütbede olanlarla birlikte yapmıştır. Mustafa Kemal bu dengeyi nasıl sağlamıştır?
Mustafa Kemal Paşa kime, ne zaman nasıl davranacağını bilmekte mahir bir kişiliktir. İhtiyaç duyulduğunda kimseyi küstürmeden hemen herkesle iyi geçinebilen bir yetenek sahibidir. Yusuf İzzettin Paşa dışında Milli Mücadele kadrosu içinde zaten kendisinden kıdemli pek kimse yoktur. O da zaten 1921’de vefat etti. Mareşal Fevzi Çakmak’a yaş ve kıdeminden ötürü hayatı boyunca özen gösterdi. Mesela mareşalin bulunduğu davetlerde ona hürmeten içki kullanmadığını bu meyanda zikredebiliriz. Diğer önde gelen Milli Mücadele şahsiyetleri kıdem olarak kendisinden önde değildirler.
Güncel bir tartışma konusu da ise Lozan Anlaşması'dır. Bu çerçevede "Lozan bir zafer mi yoksa hezimet mi" hususunu anlamlandıran esasında Sevr'in kavranamaması. Bu çerçevede Sevr'den Lozan'a bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Sevr, imparatorluğun bir ölüm belgesidir. Sultan Vahideddin’in yetki belgesi vererek yolladığı Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis tarafından bir antlaşma olarak imzalanmıştır. Antlaşma değildi, bir belgeydi denilmesi doğru değildir. Bu antlaşma yürürlüğe girmemiş kadük kalmıştır. Bu uğursuz antlaşmanın yürürlüğe girmemesini de Milli Mücadele sağlamıştır. Almanya, Avusturya ve Bulgaristan kendilerine dayatılan antlaşmaları onaylayıp yürürlüğe sokarken, Milli Mücadele aynı bağlamdaki Sevr’i geçersiz kılmış, yerine Lozan’ı getirmiştir. Lozan şüphesiz karşılıklı tavizlerle oluşturulmuş bir metindir. Dönemin güç ilişkilerini yansıtmaktadır. Ama devletimizin siyasi, ekonomik, adli ayak bağları olan kapitülasyonları kaldırarak bağımsız varlığımızı uluslararası arenada tescil ettirmiştir. Bu açıdan önemlidir.
Sayın Hocam, verdiğiniz kıymetli bilgiler için çok teşekkür ederiz.
Comments